Kişisel Marka Gücünin “İş”e Yansıması İş adamlarına yönelik marka araştırmaları gösteriyor ki rahmetli Sakıp Sabancı’nın yeri hala doldurulamıyor. Bence uzun süre de doldurulamayacak. Televizyon haberlerinde de, yeni yüzler görmek yerine eski “muhabirlerin” göreve çağırıldığına şahit oluyoruz. Muhtemelen kanalın yazdığı haber metinlerinin inandırıcılığı kalmadı; kişilerin itibarına sarılıyorlar. Dizimizin bu bölümünde marka
İkinci Kariyer Yaşıyor Ömrüm Dizimizin ilk bölümünde, popüler kültüre yönelik üretim yapan sanatçıların parlak dönemlerinin genelde hayat boyu sürmediğine işaret etmiştik. Adı üstünde POP; biri gidip biri gelecek. Tabi bir de yükseliş dönemindeki zorlukların getirdiği yaratıcı enerjinin azalıp, doyum döneminde üretimin tıkanması gerçeği var. İnsan hamuru, rahat gevşetiyor. İşte
Dürüst Olalım; Şöhreti Severiz Borges’in “Moments” şiiri internet öncesi dönemin sirkülasyon şampiyonu metinlerden biridir herhalde. Bendeki kopya en az beşinci kez fakslanmış izlenimi veren silik bir dokümandı. Bir kaç yıl ajandamda taşıdım. Sonra büyüdüm ve üzerimdeki etkisi azaldı. Borges, bahsi geçen manzumede “şimdiki aklım olsaydı daha fazla gezer-tozar, kafayı bir
Kaldırma Gücü Deneyimli bir siyasi danışman arkadaşımla zaman zaman siyasetteki konumlandırma ve marka başarıları veya başarısızlıkları üzerine tartışırız. O tartışmalarda tam uzlaşamadığımız hususlardan biri de bahsi geçen ünlü kişinin o pozisyonu taşıyabilme (kaldırma) gücüdür. Danışman arkadaşım olayları daha çok çevre, olaylar, siyasi duruş vb dış faktörlerle açıklama eğilimindedir. Ben ise
İsmiyle Müsemma Güven adının danışmanlığa uygunluğunu bir şans olarak görmüşümdür hep. Borça da özgün bir soyadı. Teşekkürler dede. Ali Şahin ya da Mehmet Öztürk olarak ayrışmak/akılda kalmak biraz daha zor olurdu sanırım. Ayrıca uçağa binerken elime tutuşturdukları kartta da “BORCA GUVEN” yazması beni hep güldürür çünkü hayatımın büyük bölümü borç
Türkiye’nin ilk Pazarlama Bölümü sayılabilecek yapıyı altmışların sonunda Unilever kurdu. Yetmişlerde bir kaç şirkette daha “gizli örgüt” statüsünde icra edilen “marketing” fonksiyonu o şirketlere piyasada rekabetçi avantaj sağladı ama bu durum çoğu rakibinin dikkatini dahi çekmedi. Aslında o dönemde bir fabrika kurabilen herkes zaten malını sattığı için ihtiyaç duyulmuyordu. Yetmişlerde
Yerel Medya Dizimizin başlarında reklam sektörünün Anadolu’dan büyüyeceğini tahmin etmiş (aslında bu bir tahminden ziyade istek), sonra da “ben reklamcı olsaydım bu gelişmeye yatırım yapardım” demiştim. Bekara karı boşamak kolay ya! O yazının esas hedefi Anadolu’da başarı kazanan reklam ajansları, eleştirdiğim konuysa bunların biraz palazlanınca İstanbul sevdasına kapılmalarıydı. Halbuki yerlerinde
Siyasette Yeni Açılımlar Beklenmeli Ülkede muhafazakarlık yükselişte. Başını örten oranı da, oruç tutan oranı da artıyor. Ancak Tarhan Erdem’in son araştırmasında da görüldüğü gibi ortada şeriat hukuku isteyen yok. Daha doğrusu, memleketteki her türlü radikallerin oranı %10’u geçmiyor ki bu da kabaca evrensel bir ortalamadır. Bu yükseliş dünden bugüne olmadı
Bir sonraki büyük dalga ne? Geçmişte pazarlama disiplininin gelişimiyle modern tıbbın gelişimi arasında paralellik kuran denemelerim olmuştu. Modern tıp ile modern pazarlamanın tıkandığı noktaların benzerliği bende bunların ortak paydasında bir problem olduğu fikrini uyandırıyor nedense. Örneğin marka iletişimi konusunda da kanserle tedavide olduğu gibi uzun süredir temel bir sıçrama/devrim olmadığını
Başarının Yeni Tarifi Seksenlerin ortasında kariyerine başlayan bizlerin neredeyse endüstri standardı haline gelmiş basit bir kriteri vardı; “üç sene aynı yerde sayıyorsan bir problem var demektir”. Yani askeriyede olduğu gibi bir kaç yılda bir terfi almak normaldi. Alamazsan kariyerin iyiye gitmiyor demekti. Muhtemelen bir ihmal veya başarısızlık söz konusu idi.