Giriş: Sarar kardeşlerin yetmişlerdeki atölyesi arkadaşım Ali Kadirlerin evinin tam karşısındaydı. Gece yarılarına kadar çalışırlardı. Seksenlerde Köprübaşı’ndaki mağazalarından sürekli alışveriş yapıp babamın hesabına yazdırırdık. İstanbul’a taşınıp plaza hayatına geçtikten sonra birkaç Beymen takım alsam da tekrar Sarar’a döndüm çünkü o yıllarda Sarar mükemmel bir fiyat-kalite dengesi tutturarak ulusal marka olmuştu.
2 Aralık gazetelerinde 2 tam sayfa yer tutan BIM’in indirimli ürünler listesinde tek bildik marka yok. Hepsi BIM’in dışarıya fason yaptırdığı öz markalı (private label) ürünleri. Web sitesinde de meşhur marka görünmüyor. Bu sürpriz mi? Hayır. Daha doksanların başında çokuluslu şirketlerde PL tehdidi ciddi bir gündem maddesiydi. %15 pazar payına
Yetmişlerin sonundaki Beyaz Gölge dizisi ve başarılı geçen 1981 Avrupa Çalenç Turu’nu takiben ülkede basketbol popülerleşmiş, İstanbul, Ankara, İzmir dışında Bursa ve Adana’da da basket seyircisi oluşmuştu. Zevksiz finaline rağmen, umarız ki son dünya şampiyonası basketbolu ikinci milli sporumuz olarak tesciller ve tekrar İstanbul dışına çıkmasına da vesile olur. Markalarımız
Başlık yanıltmasın, havacılıkta reklam nispeten kolay. Ülkenin bayrağı (THY, Air France), Hizmet Manyağı (Singapore, Virgin) veya Low Cost Airline (Easyjet, Pegasus) gibi bir kaç global pozisyon ve bazı niş alanlar (Bölgesel uçan Bora Jet gibi) var. Onlardan birini ve yeni destinasyonları anlatıyorsun. Üstüne Kemal Kostner gibi bir ünlü bulup bir
Bu köşede sporda markalaşma konusunda kaç yazı yazdım. İhtimal ki büyük kulüp yöneticilerinin hiç dikkatini çekmedi. Çünkü bildikleri yönetim tarzıyla ortalama üç senede bir şampiyon oluyor, olamadıkları yıllarda da ya hakemleri suçluyorlar, ya da teknik direktörü gönderiyorlardı. Pazarlamayı da esas itibariyle lisanslı ürün satışı olarak görüyorlardı. Yine yıllardır medyada da
Ali, Ömer ve Hıncal Ali Ağaoğlu Neden Sevilmez? 2003 yılında şöyle demişim; Türkiye’de siyasetten beyaz eşyaya tüm alanlarda yaşadığımız üretici odaklı buyurgan zihniyetten tüketici odaklı “fayda” yaklaşımına geçiş konut sektöründe de kaçınılmaz olarak yaşanacak. Paramızı, sonuçta ortaya ne çıkaracağını tam bilemediğimiz bir yapsatçı müteahhit veya kooperatif başkanına teslim
Geçen sene kendimi memleket meselelerine adadım. Krizden çıkış için kafa yordum ve ilkbaharda İleri Dönüşüm Kutusu adlı bir kitap yayınladım. Kitapla ilgili söyleşide Selim Tuncer’e şöyle demişim: “Kitap işe yaramazsa yıllardır kaçındığım şeyleri yapacağım; Daha çok ve gündem yaratacak yazılar yazmak, ticarete ağırlık vermek, hap projeler yapmak, eğitim, sunuculuk gibi
Efendim biz iş hayatına dahil olduğumuzda (1985) ne cep telefonu vardı ne de kişisel bilgisayar. Günde iki tane yazı gelir, haftada birkaç toplantı yapılırdı en fazla. O yüzden toplantı dediğimiz şey aşırı ciddi bir etkinlik olarak değerlendirilirdi. Örneğin ilk iş yerimde Fabrika Müdürü Erol Bey toplantıya geç gelenleri içeri almazdı.
2009 yılının ilk çeyreğinde zirve yapan krizin 2010 yılında itibaren etkisini azaltacağı ve en geç 2011’de güzel günlerin geri geleceği, başından beri iş dünyasının ortak beklentisi. Bizi bu beklentiye sokan da yakın tarihimizin iki önemli krizi olan 1994 ve 2001’de edindiğimiz deneyimler. 1994 ve 2001 krizleri bir yıl kadar can
Pazarlamada markalar, insanlar, ülkeler hakkında oluşmuş yargıları kırmak zordur ama başarılabilir. Dünyanın en ırkçı ülkelerinden Güney Afrika, Mandela operasyonundan sonra hızla imaj düzeltti ve şu sıralar “vuvuzela” ile sempati zirvelerini zorluyor. Pazarlama projeleriyle alışkanlıklar ve hatta kültür değiştirilebilir ama bu vakit alır. Türk halkının kışın yediği dondurma miktarı hala (muhtemelen)