Şurası çok açık ki BİM geçmiş on yılın başarılarına bağlı bir özgüven patlaması yaşıyor. Ne yaparsak satarız havası içindeler. Ürünlerin kalitesi hakkında en ufak bir şüphem yok ama öz markalarının bir kısmı özensiz, hatta kötü. BIM Türkiye’nin en büyük iş başarılarından biridir. Yıllar boyunca zarar etmesine rağmen konseptten taviz
Son zamanlarda ekonomi elitinin dilinden düşmeyen bir laf “orta gelir tuzağı”. Anlamı şu; Evet ekonomide işler iyi gidiyor, global krizden az etkilendik filan ama kişi başı gelir de beş yıldır on bin dolara takıldı kaldı. Halbuki hayalimiz, hatta resmi hedefimiz Cumhuriyetin 100.yılında kişi başına 25 bin doları yakalayıp sınıf atlamaktı.
Birinci Kuşak Biliyorum atalarınızdan fazla bir miras kalmadı. Ne maddi sermaye, ne sanayicilik birikimi, ne de kurumsal iş kültürü. O zamanlar etrafta bir şeyler öğrenebileceğiniz, akıl soracağınız fazla kimse de yoktu. Memlekette Oxford olsa gidecektiniz ama maalesef… Neredeyse her şeyi sıfırdan kendiniz yaptınız. Yarışa herkesle beraber başlayıp ve bilgi, cesaret,
Ürüne dair özellikler, (USP)uzun vadede rakiplerden ayrışmada yetersiz kalır. O yüzden hepimiz markalarımızı kalıcı/evrensel değerler üzerine oturtmaya çalışır, onlara bir nevi ruh üfleriz. Kimliğini, kişiliğini, hayata kattıklarını, değerlerini tarif eder ve bunlar etrafında hikayeler kurgularız. Semboller, metaforlar geliştirir, marka işbirliklerini yönetiriz. Zaman zaman futbol takımlarına da bu çerçeveden bakmaya çalışırım.
Danışmanız. Haliyle aklımızdan bir sürü fikir geçiyor. Benzer fikirler aynı anda başkalarının da aklına geliyor kuşkusuz. O yüzden, özgün fikirleri ileride “kim bulduya” gitmesin diye kayıt etmekte fayda var. Örneğin milli takımın forma renginin turkuvaz olması konusunda bilinen ilk makale bana ait. Öncesinde Bülent Erkmen ve Ersin Salman’ın da bunu
“Positioning” kitabını seksenlerin sonunda yurt dışından aldım ve ezberleyene kadar okudum. Onu, Trout&Ries ikilisinin diğer kitapları takip etti. Örneğin “Bottom up Marketing” de en az konumlandırma kadar değerlidir ama pek bilinmez. Beş altı sene öncesine kadar bu ikilinin yazdıkları her şeyi okudum. İkisiyle de Türkiye’deki ilk röportajları ben yaptım. Araştırmacılar
Bu topraklardan dünya markası çıkar mı? diye soran kitabım tam on yıl önce, 2002 yılı Haziran ortasında rafa çıktı. Takip eden dönemde markalaşma Türkiye’nin gündemini oldukça meşgul etti. Kamu ve belediyeler genelde boş konuştu ama bazı Türk markaları bu yolda ciddi adımlar attı, başarılar kazandı. THY, Efes Pilsen, Beko, Mavi,
Pazarlamanın tarifi çok net değil. O yüzden hepimizin iş yükü farklı. Kimimiz daha fazla araştırma-analiz, kimimiz daha fazla konsept-kreatif takılıyoruz. Ortak özelliğimiz sahadan uzak durmakJ Bu yazıda ülkemize ait pazarlamacı tiplerini sınıflandırdım. Katalog Pazarlamacı; Şirketinizin ”mass media” ile fazla işi yok. Muhtemelen ihtiyacı veya gücü yok. Olsa da zaten
Bu yazımda Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili üç konuyu pazarlamacı gözüyle ele almak istiyorum. Memleket meselelerine pazarlamacıların/iletişimcilerin yapabileceği katkı hakkında kimsenin bir fikri olmadığı için etki yaratma hedefim yok haliyle. Laf ola beri gele. Sıfır Sorun Markacıyız. İşimiz karmaşık meseleleri bir paragrafta, zor mesajları bir cümlede özetlemek, sloganlar, mottolar
Bir reklam ajansı ve PR şirketiyle düzenli çalışan, Mehter marşı ve “biricik sevgilim” sıradanlığı dışında bir slogan/marş üretebilmiş, Sağlam bir tüketici/taraftar araştırması yapmış bir futbol kulübü var mı? Digiturk zararda. Son ihalede Türk Telekom sopa gösterince süper ligin hak etmediği bir para vermek zorunda kaldılar. Haliyle abone sayısı ve