Bu köşede tam bir yıldır, başta koyduğum hedefler doğrultusunda birikimimi okurlarla paylaşmaya çalışıyorum. Yıldönümü vesilesiyle tekrarlayayım; Köşem öncelikle küçük ve orta boy girişimcileri marka iletişimi konusunda bilinçlendirmeyi hedeflemektedir. İkincil olarak da reklamcılara bir reklamverenin olaya bakışı, öncelikleri konusunda fikir vermeyi…
Buradaki yazılarımda çok üst düzey analizler ya da “ne olacak bu memleketin hali” türü yakınmalar yer almaz. Vatanı kurtarmayı değil, çok büyük makro olumsuzlukların yaşandığı bir dönemde dahi kendi işimizi nasıl daha iyi yapabileceğimize yönelik yol göstermeyi hedefler; Aslında vatanın da böyle kurtulacağına inanır.
İşte bugün yine KOBİ sözcülüğü yaparak, bir yıl boyunca yazdıklarımı tamamlayıcı mahiyette, ülkedeki reklamveren bazının genişlemesi için bazı somut önerilerde bulunacağım. Çünkü yeni dönemde iletişim sektörü az sayıda büyük reklamveren etrafında dönmeye devam edemez. Yeni yeni girişimciler reklam verebilir hale gelmeliler.
İşte bunu sağlamak için atılabilecek bazı somut adımlar:
İlk çağrımız medyaya; Bugünün piyasasında, genelde tek ürünle rekabet eden küçükler, geniş portföylü devlere nazaran oldukça pahalı alım yapıyorlar. Ticarette miktar iskontosu doğaldır. Daha çok mal alan daha ucuza alır. Ancak aynı malı büyük rakibinin iki-üç katı pahalı almak da adaletsiz ve caydırıcı bir durumdur. Durum bir kaç yıl öncesine göre daha iyidir ama sektör, en büyükle en küçük arasındaki farkı %50’den fazla açmamanın otokontrol mekanizmasını bir şekilde kurmalıdır.
Tabi burada düzeltilmesi gereken bir kötü alışkanlık da, küçük firmaların arada bir ajans/medya şirketi olmadan yaptıkları doğrudan pazarlıklarda, hesapta daha çok indirim kopartıp öte yandan işe yaramaz yerlerde reklam yaparak parayı çöpe atmalarıdır. Büyük medya şirketleri bu konuda somut örneklerle eğitici çabalarda bulunmalıdır.
İkinci çağrı büyük banka ve GSM şirketlerinin Genel Müdürlerine;
Beyler, bu ülkede cirosu yüz milyon doların üzerindeki şirket sayısı 100 değil. Reklamveren olma çabasındaki orta boy üreticilerin çoğu yıllık bir milyon doların altında bütçelerle iletişim yapmaya çalışıyor ve tarifelerdeki dengesizliğe gelmeden önce yüksek yapım giderlerine çarpıyorlar. Sizlerin de katkısıyla reklam yapımı hala ülke gerçeklerine uymayan bir seviyede geziyor. Dışarıda reklam filmi çekmek daha ucuz. Lütfen altı aylığına yüzbin doların üzerinde prodüksiyon bütçesine imza atmayın. Yönetmenlerimizin yurt dışında bir pazarları yok. Siz vermezseniz inanın fiyatlar düşer ve bundan ülke kazanır. İyi olduğunu düşünen de dünya pazarlarını, sınırlarını zorlar. Aynen futbol piyasası gibi.
Üçüncü çağrı Reklamverenler Derneği’ne. Caner Bey, engin birikim ve vizyonunuzla bu adaletsiz durumu düzeltecek somut adımlar atıp, yaratıcı fikirler geliştirebileceğinizi düşünüyorum. Aşırı pahalı yapım giderleri konusunda kişisel tavrınızı biliyorum. Bu konularda dernek olarak bir ortak tavır çağrısı, bilinçlendirme çabası olamaz mı? Ülkede bir de Küçük Reklamverenler Derneği çıkmasına gerek kalmamalı.
Ve son olarak Reklamcılar Derneği’nin atacağı sembolik bir adım; Sevgili Nesteren, şu meşhur Reklam Ajansları Taban Fiyat Listesi var ya, yıllardır onu “taban” kabul edene rastlamadım. O liste sektörün “tavan” fiyat listesidir, üzerinden %30-%90 indirimler yapılır. Sanata biçilen değeri tartışmak hoş olmayabilir ancak o liste ülkenin iş gerçeklerine uygun değil ve bizler esas itibariyle “iş” yapıyoruz. Ben de bu topraklarda entelektüel sermayeye değer verilmemesinden zarar görenlerdenim ama bu ayrı bir konu. Sözünü ettiğim piyasa gerçeklerine yakın durmak ve küçük reklamverenin güvenini kazanmak. Listenizdeki “taban” yerine “tavsiye edilen” kullansanız iyi olur diyorum.
KOBİ’lerin istediği biraz güven ve adalet. Gerisi ekonominin kuralları içinde kendiliğinden gelişir. Nice yıllara.