Devrim otomobilleri projesinde ısrar edilseydi bugün küresel rekabet gücüne sahip bir markamız olur muydu bilmiyorum. Şahsen pek ihtimal vermiyorum. Başlarda ısrar edilse bile muhtemelen arada bir yerde havlu atardık. Elli sene bizim memlekette uzun bir süre. Yine de Arçelik gibi küresel şirketler çıkarabilmiş bir ülke, çok istese bunu da başarabilirdi.
Peki bugün gelinen noktada tamamen bağımsız bir yerli otomobil markası çıkarma ihtimali var mı? Yok. Tabii ki birileri kafaya koyarsa çok hoş bir tasarıma sahip kaliteli bir otomobil üretir. Ancak arkası gelmez çünkü günümüzde sürdürülebilir ticaret için gereken ölçek çok büyüdü.
Ayrıca modellerin yaşam ömrü kısaldı. Sürekli yeni modeller sunup kısa sürede büyük hacimlere ulaşmanız lazım. İç pazarımız bu kadar büyük değil. Çin ve Hindistan’ın bizden farkı bu. Güney Kore, İran gibi korumacı politikalar da uygulayamayız. Bir sürü anlaşmaya imza atmışız. Ancak daha da önemlisi bayi ve servis ağı ile yedek parça tedariği meselesidir. Özellikle de dış pazarlarda bu hizmet ağlarını kurmak çok zordur. Yani işe başlasak da sürdürmek müşkül.
Bu topraklardan dünya markası çıkar mı? başlıklı kitabın yazarı olarak yerli otomobil markasını bu yazıyı okuyanların çoğundan daha fazla istediğime emin olun. Çok hayal kuran bir adam olduğumu da bilen bilir. Ama bu konuda gerçekçi olmak lazım. Türk otomobil markasını yıllardır değişik ortamlarda tartışıyoruz. Yukarıdaki görüşlerde hemen tüm uzmanlar mutabık da bugün hükümet böyle bir projeyi destekleyeceğinin sinyalini verince herkes tekrar bir arayışa girdi, “acaba ara modeller bulunabilir mi?” diye. Ayrıca hiç kimse de “olmaz” diyerek beceriksiz ya da inançsız görünmek istemiyor.
Ancak ağırlıklı uzman görüşü, otomobilde değil otomotivde bir dünya markası çıkarma ihtimalinin olduğudur. Yani hafif ve ağır ticari araçlarda böyle bir şansımız olduğunu düşünenler var ülkemizde. Ama bu şansa inanıp hayal kırıklığına uğrayanlar da mevcut. Yani kolay görünen alanda dahi zorlanmışız.
Müşterim Uzel ile 2006-2007 yıllarında global marka konumlandırması için çalıştık. Uzel uluslar arası bir tasarım şirketine kendi markası için çok şık bir traktör tasarlattı. Prototip üretildi ve yurt dışından bayiler getirilip tanıtıldı. Yeni traktörün tanıtımında ve klinik testlerinde bizzat bulundum. Çok iyi bir traktördü. Zaten günümüzde iyi araç yapmak mesele değil. Bu arada Uzel Almanya’da Holder ve Polonya’da Ursus’u aldı. Gidip bu fabrikaları, Avrupa’daki bayileri ve muhtelif fuarları gezip gözlemlerimizi raporladık. Bence işin oluru vardı. Her şey çok umut verici şekilde giderken aile içi bir anlaşmazlık nedeniyle şirket bir anda oyundan çekildi. Dünya pazarlarına çıkacak Türk traktörü projesi de hayal oldu.
Yine aynı zamanlarda Temsa projesi de hepimize umut veriyordu. CEO Mehmet Buldurgan ile muhtelif ortamlarda görüştük, tartıştık. Grubun başındaki Turgut Uzer ile de dostluğumuz vardı ve Temsa vakasını yakından izleme şansım oldu. O yıllarda kanser ile mücadele eden sevgili Turgut Uzer ile ölümünden bir süre önce odasında uzunca bir görüşme yaptık. Anlattıklarının çoğunu kendime saklayacağım ama net olan şuydu ki Sabancı Grubu Temsa’nın global marka olmak için geçeceği uzun-ince yolda yürümekten vazgeçmişti. Grubun kendi kararı tabii ki, başkasının parası hakkında yorum yapacak değilim ama “Bu topraklardan dünya markası çıkar mı?” adlı kitabın yazarı olarak bu yolda biraz şövalyelik yapmak gerektiğini bildiğim için, risk alanları, gözünü karartanları daha çok seviyorum kendi adıma. Tabii ki Temsa’nın da eksikleri, yanlışları vardı ama o ayrı konu.
Şimdilerde hükümet biraz şövalyelik yapacak gibi görünüyor. Bu durumda ben olsam önceliği Temsa ve Uzel projelerini sürdürmeye verirdim. Ayrıca Karsan gibi firmalarımız da hafif ticari araçlarda ilerleyebilirler. Oralarda ciddi bir birikim oluştu. Bunun mali kurgusunu bilemem ama istek varsa, öncelikli yol bu yoldur.
Öte yandan, ticari araçlarda marka yaratmak “otomobil” kadar heyecan verici ve afili değil. Otomobil yapmak tam bir prestij işi ve gövde gösterisi. Peki o zaman buradaki formül ne olabilir? Bence tek bir formül var: Güçlü bir global üreticinin alt markası olarak piyasaya girmek. Buradaki marka çözümü de Corolla gibi Toyota ana markasıyla yakın ilişkideki bir alt marka değil de Lexus gibi ana markadan biraz bağımsız bir marka kurgulamak. Bu teknik bir konu. Merak eden David Aaker’in marka mimarisi konusunda yazdıklarını okuyabilir. Benzer şekilde GM de geçmişte Saturn markasını ana markadan bağımsız olarak tasarlamış ve lanse etmişti. Bunları bire bir taklit etmek değil önerdiğimiz. Bize uygun bir model kurgulanır ama esas mesele global bir otomobil üreticisinin üretim, satış ve servis ağını paylaşacak bir alt marka düşünmemiz gerektiği. Ve bu alt marka milli gurur zedelemesin diye nispeten bağımsız duracak. Ülkenin ünlü marka danışmanlık şirketleri oturup bir çözüm bulurlar bu konuda, merak etmeyin.
Bu iş için en uygun grup da Koç Grubu’dur. Onlarda biraz daha fazla şövalye ruh ve global iddia var. Ana marka da Ford veya FIAT. Fransızlarla yapılacak bir iş birliği böyle milli bir meselede daha sıkıntılı olur.
Tabii ki bu bağlamda elektrikli otomobiller de hesaba katılmalı ancak onların ticari olarak pazarlanabilmesine çok var. Henüz satılabilir değiller, sadece iletişim argümanı olarak gündemde konu. Yine de o alanı da ihmal etmeyip uzun vadeli adımlar atmakta fayda var.
Biraz umutsuz ve cesaretsiz gibi göründüğümün farkındayım. Ve yukarıdaki görüşleri çok üzülerek ifade ediyorum. Keşke bu ülkede altmışlarda ve yetmişlerde daha vizyon sahibi, global düşünebilen liderlerimiz olsaymış da Devrim vb projeler gelişseymiş. Ama bugün yetmişlerdeki uzak doğu modelini tekrarlayarak aynı başarıyı göstermemiz imkansız. Çok geç. Bizim yeni şeyler düşünmemiz lazım.