Marketıng Türkiye
Küçük Balık Büyük Balık 1997 tarihli bir yazımda “Markaların Geleceği” konusunu işlemiş ve insanlık tarihinde uzunca bir süre markasız dönem yaşandığını, genelleme olmasa da ileride en azından bazı kategorilerde tekrar markasız döneme dönülebileceği, ya da markaların öneminin azalacağı kehanetinde bulunmuştum. 2002 baskılı kitabımda da konuya girdim ama pek farklı bir
Marka mıyız değil miyiz? Markamız ne kadar güçlü? Rakiplerimize göre zayıf yanlarımız neler? İşte tüm bu soruların cevabını bulabileceğiniz basit ama etkili bir model sunuyoruz sizlere; David Aaker’ın “Brand Equity Ten” skalası. Bir bazı projelerde kullandık ve yararlandık.  Yapması kolay, pratik bir tablodur ancak önemli olan (her zamanki gibi) tabloyu
Ellilerde sanayileşmeye başlayan Türkiye’de, kitlesel iletişimin “iş”e etkisi yetmişlerde artmaya başladı. Reklamcılık seksenlerde gelişti, doksanlarda sektör oldu. Yeni gelişen her alanda olduğu gibi, reklamcılığın öncüleri de bu vizyonerliğin karşılığını (genelde) aldılar. Sektörün gelişme yıllarında %15 komisyonlarla çalışıldı. TVC yapım giderleri hep ülke gerçeklerinin üzerinde bir seviyede oldu. (Şirketler istemeden de
Biz, niş pazarlama stratejilerini uzaydan gelen yeni fikirler olarak değil de kırk yıldır bildiğimiz konumlandırma stratejilerinin bir parçası/uzantısı olarak görüyoruz. Bu açıdan bakınca da kavramlar netleşiyor, anlatmak kolaylaşıyor. İşte bizim sınıflandırmamıza göre temel konumlandırma stratejileri ve bunlar arasında niş stratejinin yeri. Pazarı sahiplenme: Bir pazarda iletişime başlayan ilk marka, tüketicilerin
Bir çok meslekdaşımla birlikte doksanlar boyunca değişik ortamlarda, “neden büyük Türk markaları yok, nasıl olur?”, “marka yönetiminde yaptığımız hatalar nelerdir?” türünden sorular sorduk ve kendimizce cevaplarını vermeye çalışık. Markalaşmaya ihtiyaç duyulmadığından, çünkü iş adamlarımızın yaptıklarını bir şekilde sattıklarından, zaten ticarete yakın durmayan bir millet olduğumuzdan, cemaat kültürünün bireyselleşmeyi ve farklılaşmayı
Öğretmenlerim İş hayatındaki öğretmenlerimizin, ustalarımızın kıymetini daha çok idrak ediyorum gün geçtikçe. Okul öğretmenlerimize “default” olarak müteşekkirizdir ama ustalarımızı onurlandırma işi genelde cenazelerinde yapılır. Bu ay, mesleki gelişimimi anlamlı ölçüde etkilemiş kişilerin listesini paylaşıyorum. Aralarından sadece Attila Öğüd’ü kaybettik. (Allah uzun ömürler versin) Diğerleri henüz hayattayken kendilerini burada anıp alenen
DOKUZ TÜR MARKA İLİŞKİSİ Altta kalanın canı çıksın Marka Mimarisi (Brand Architecture) bizim mesleğin son yıllardaki en verimli kolu. Şirketler yeni ürünler çıkarıp yeni alanlara girdikçe, başka şirketler aldıkça veya işbirliklerine gittikçe ellerindeki marka ve alt marka sayısı çığ gibi büyüyor ve o karmaşayı çözmek giderek bir uzmanlık haline geliyor.
“Sen Benim Kim Olduğumu Biliyor Musun?” Ali Taran’ın geçen ay sorduğum soruları cevaplamasını beklemiyordum. Aksi yönde küçük bir umudum olsa da sonuçta yanılmadığımı görmenin de artıları var. Olabildiğince az yanılmak bir danışman için önemlidir. Kendisiyle tanışmıyoruz ancak ortak tanıdıklarımız sayesinde  kişiliği hakkında oldukça net bir fikir sahibiyim. Bu yazımda, çoğunlukla
Soru: 400 kiloluk goril nerede oturur? Cevap: Nerede isterse Marka konumlandırma, hedef kitlenin beyninde bir yer sahiplenmek ve mümkünse oradan çıkmamaktır. Standart bir reçetesi yoktur. Ne yapacağımıza pazar ve rekabet durumuna göre karar veririz. Öncüsü olduğumuz bir pazar ile beşinci girdiğimiz bir pazarda aynı şekilde davranamayız. Aşağıda farklı durumlar için
Kasket İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalizm dünyaya yayılırken, Türkiye’de de TİP meclise 15 milletvekili sokuverince egemenler panik olur. Genetik olarak ticarete, dolayısıyla kapitalizme yatkın durmayan Türk halkının sosyalizm rüyasından etkilenmemesi için kullanılacak argümanlar haliyle “ekonomik” değildir. Din ve namus öne çıkar ve muhteşem bir efsane yaratılır: Sosyalizm de herşey ortak