Geçen sayıda kendi kendime kitabım hakkında sorular sorarak oldukça terlemiştim. Şimdi diyeceksiniz ki o dönemde zaten havalar sıcak rutubet yüksekti, o yüzden terlemişsindir. Öyle mi düşünüyorsunuz, işte size gerçekten kanlı ve acımasız sorular:
Bir pazarlamacı olarak kendi kitabınızı iyi pazarlayabildiniz mi?
Ortalama okur buna evet gerçekten iyi pazarladı diyebilir. Haklıdır da çünkü kitabın çekirdek hedef kitlesi değişik yerlerde kitap tanıtımına maruz kaldı ve iyi kötü aldı ki yaz aylarında bile ikinci baskıya girmiş olmamız bunun kanıtı. Ancak bizim yaptığımız iletişim faaliyeti, strateji ve etkinlik açısından 1920’ler Amerika’sı, 1970’ler Türkiye’si veya 2000’ler Koç Grubu seviyesindeydi. Yani aslında biz iletişim adına bir şey yapmadık, iyi bir ürün ürettik ve bu ürün kendi kendine sattı. Neden böyle olduğu uzun hikaye ama kitabın esas yazılış nedeni, çok net olarak, yeni kurduğum şirketin iş hacmini artırmak idi. Kasım’da yazdığım kitabın tasarımı uzayınca Mayıs ayında yeni bir sponsor aramaktan vazgeçip basma kararı verdim ki sponsor olacağım diye bizi bir süre oyalayan bir büyük markayı da sevgiyle analım burada. Tanıtım bütçesi olmadan çıkma kararını verirken kitabın içeriğine güveniyordum ve kulaktan kulağa yayılıp okunacağına emindim. Öyle de oldu. Tanıtım adına yaptıklarımız şöyle özetlenebilir:
§ Markam’daki arkadaşlar piyasadan on milyona satın aldığımız bir adres CD’sindeki ilgili e-posta hesaplarına mesaj attılar.
§ Telif ücreti karşılığı aldığım kitaplardan kırk tanesini muhtelif köşe yazarlarına gönderdim. Karşılığında çok ünlü yazarlar kitaptan alıntı yaptı, TV ve radyo konuşmalarına çağırıldım. (Destek ve dağıtım için Pro İletişim’e teşekkürler)
§ Para Dergisi ne yazdığım yazılar karşılığı aldığım barter ilan hakkını Power Dergisi’nde kullandık. İlan beğenilince başka yerlerde de bedava yayınlanma şansı doğdu.
§ Meslek dergileri geniş alıntılar yaptı ki burada eskinin katı rekabetçi bakışını değiştiren Marketing Türkiye’ye teşekkürler.
Yani sıfır bütçeyle yaptığımız tanıtım haliyle ani bir kitlesel algı sıçraması yaratamadı. Neyse ki ürün iyiydi. Kitap tuttu ve bize iş açısından beklediğimiz yeni müşterileri getiriyor. Bu da iletişimcilere şu ilginç (aslında bilinen) dersi vermeli; Eğer karşılanmamış bir tüketici ihtiyacını gideren iyi bir ürününüz varsa mutlaka sıkı bir bütçeniz olması gerekmiyor. Ama bir de bütçeniz varsaAh ulan ah, onbinlere koşmaz mıydık şimdi.
Sırada yeni kitaplar var mı?
Evet var. Bir yıllık Para Dergisi yazılarımı güncelleyip bir kitap haline getirdim. İkinci kitabımı daha iyi pazarlamam lazım çünkü bunda içerik o kadar kuvvetli değil. Yazılar iyi tabii ki ama daha önce yayınlanmış olduğu için orijinalliği yok. Bilen zaten biliyor. O yüzden bir sponsor desteğiyle sıkı bir pazarlama planı hazırlıyoruz. Paralı reklamlar dışında, yeni kitabın kitapçılarda teşhirini sağlamak için merchandising ekipleri tutacağım ve bunları olanaklarla donatacağım. O zaman burada pazarlama adına yaptıklarımızı daha bir gururla anlatırız.
Kitapta politik konulara da girmişsiniz. Politik geçmişiniz ve geleceğiniz hakkında neler diyeceksiniz?
Bir süre önce Marketing Türkiye’de Kürtlere yönelik pazarlama üzerine bir makale yazmıştım. Kitapta da siyasetle bağlantılı konular var. Örneğin klasik sağ-sol segmentasyonun sorgulanması. Bunlar, ister istemez yakın çevremde dahi soru işaretleri oluşturdu çünkü on yıldan fazladır yazıyorum, benden hiç böyle şeyler duyulmamıştı. Politik altyapıma yönelik sorular veya politikaya mı hazırlandığım yolunda görüşler alıyorum sıkça. Aslı şudur. Kısa bir siyasi geçmişim var. 1978-1979 yıllarında lisedeyken sol akımlara ilgi duymuş ve değişik fraksiyonların eğitim programlarına katılmıştık ki bugün iyi-kötü okunan bir yazar olmamda, zamansız ve tek taraflı da olsa o dönemde alınan eğitimlerin büyük payı vardır. Sonra 1979 sonbaharında ilişkimi kestim. 79 Aralık’ta girdiğim ODTÜ’de hiç siyasi faaliyetim olmadı. O günden beri de parti mitingine bile gitmedim. Sadece oy veriyorum.
Gelecekte de aktif olarak ilgilenmeyi düşünmüyorum çünkü siyaset benim yapıma uygun bir iş değil. Düşündüğümü tereddütsüz söyleyen biriyim ki bu siyasette kabul edilemez. Ayrıca ısrarcı ve tuttuğunu koparan biri değilim ki bu da temsil ettiğim insanların hakkını yeterince savunamayabileceğim anlamına gelir. Bir de marka konusunda o kadar birikimim oldu, bunları değerlendirmem ülke açısından da benim açımdan da daha iyi bir çözümdür. Yani kitapta politik konulara girmiş olmam bir nevi zorunluluk çünkü her şey birbiriyle o kadar ilgili ve Türkiye’de marka adına birşeyler yapmak politik ortamla öylesine bağlantılı ki değinmeden olmuyor. Ayrıca yazılarımda herhangi bir görüş açıklamaktan ziyade, siyasetin pazarlamayla ilgili alanında kalıyorum. Gelecekte, Türkiye’nin iletişimi için yapılacak çalışmalara katılmak veya bazı sivil toplum örgütlerinde daha aktif rol oynamak, bulaşmayı planladığım maksimum politika dozudur.