Geçmişte Türk veya “Turkish” denince dünyada ilk akla gelen ürünler tütün, kahve, lokum, hamam, havlu vb. idi genel olarak. Sonra arada güreşçilerimiz, futbol takımlarımız, dönerimiz, plajlarımız, politikacılarımız girmiş ve çıkmıştır muhtemelen. Muhtemelen diyorum çünkü Türkiye’nin ülke, siyaset, şehir, ürün gibi faktörlere göre dünyadaki algısını ölçmeye yönelik kapsamlı bir araştırma yapılmadığını biliyorum. Değişik üst düzey resmi ortamlarda defalarca dile getirmeme rağmen böyle bir işe girişilmedi. O yüzden, bizden bağımsız yapılan birkaç genel-global endeks dışında ezbere konuşuyoruz. Aşağıda yazdıklarımı da o gözle okuyun lütfen.
Türk tütününü hep birlikte bitirdik. Daha doğrusu bir küresel tezgah kuruldu ve globalleşme, serbest rekabet söylemleriyle kılıf uyduruldu. O dönemlerde Tekel’de iyi pazarlama bilen ekipler kurulmasını, Samsun, Bafra ve yeni çıkacak markalarımız için çağdaş marka yönetimi yapılmasını öneren yazılar yazmıştım ama kaynadı gitti haliyle.
Benzer şekilde tarımsal ürünlerimizin global alanda markalaşması ve pazarlanması konusunda da neredeyse hiçbir çaba yok. AB onayı almış coğrafi işaretli ürünlerimizin sayısı zaten iki elin parmaklarını geçmiyor, onlara da destek verilmiyor. Bir zamanlar fındık vb. tanıtım grupları vardı ama çoğu topladığı bütçeyi dahi harcayamadıkları için kapatıldılar. Düşünebiliyor musunuz, elinizde dünya üretiminin yarıdan fazlasını yaptığınız Türk fındığını tanıtacak sağlam bir bütçe var ve siz bunun sadece cüzi bir kısmını kullanıyorsunuz? Yani bir şey yapmıyorsunuz.
Coğrafi işaretli ürünlere hedef ülkelerde pazarlama desteği verilmesi için TOBB nezdinde çok girişimlere katıldık, somut öneriler çıktı ama onlar da kaynadı. Türkiye’nin coğrafi işaretli ürünleri adına yapılan tek pazarlama çabası METRO Grossmaket’in kampanyalarıdır. Yani Taşköprü sarımsağını bize Almanlar pazarlıyor. Daha önceki bir yazımda TEAVANA hakkında yazdıklarım da çıkıyor yavaş yavaş. Bize çay içmeyi de Amerikalı öğretecek sanki.
Türk kahvesinin eriyip gitmemesi ve global açılımlar yapabilmesi için bir makineye ihtiyaç olduğunu 2001 yılında kitabıma yazmıştım. Meğerse Arçelik konu üzerine çalışıyormuş. Bilmiyordum ama isabet oldu. 2003 yılında piyasaya verildi ve arkasından gelen farklı ürünlerle Türk kahvesi şimdilik paçayı kurtardı.
Türk döneri için zaman zaman değişik ortamlarda tartışıyor, kurumlarla görüşüyoruz. Bazı niyetler var ancak henüz kimse Türk dönerini küresel standartlarda pazarlama konusunda ciddi bir adım atmadı. Konu Alamancı girişimcilerin himayesinde düşük profilli esnaf çabaları olarak ilerliyor. Bekliyoruz. Hamam da aynı şekilde, tek bir girişim yok.
Türk havlusu için DENİB olumlu çalışmalar yapıyor. Bir sonraki Final Four’da havlular Türkiye’den. Arkası gelecek ve buradan iyi işler çıkacak umudundayım. Türk seramiği dünyada algı açısından İtalya’nın arkasından geliyor ve İspanyollar ile ikincilik yarışındayız. Seramik sektörü de etkili işler yapıyor.
Arada inatlaştığımız konular da var, lale gibi. Dünyada lale Hollanda ile özdeşleşmiş bir ürün maalesef. Sahiplenememişiz zamanında. Şimdi çok zor. Chobani markasının da Yunan Yoğurdu olarak sunulmasının arkasında da aynı sebep yatıyor ve bundan dolayı kimseyi suçlayamazsınız. Siz kültürel ürünlerinizi başı boş bırakırsanız elin oğlu gelir alır elinizden. İsveç köftesi de benzer bir tartışma yarattı geçenlerde.
İşte bu karamsar ortamda, arada çıkan bazı haberler ve yaşanan gelişmeler bizde heyecan yaratmıyor değil. Örneğin Gaziantep. Hem kent markası, hem de kente ait ürünlerin pazarlaması adına güzel işler yapıyor. Fatma Şahin bu konularda fark yaratıyor. Kendisinin motivasyonuyla kutnu kumaşına yeniden hayat vermek için yola çıkan Jülide Konukoğlu da KUTNİA markasıyla gelecek için çok umut veren işler yapıyor. Geçen hafta ilkbahar yaz ürünleri Gaziantep’de çok başarılı bir defile ile tanıtıldı. Yakında İstanbul’un ve dünyanın önemli mağazalarında satışa sunulacak. Bizim de bir parçası olduğumuz projenin hedefi, unutulmaya yüz tutmuş geleneksel bir ürünü folklorik seviyeden çıkarıp çağdaş beğeniye uygun olarak yeninden tasarlamak ve kalıcı talep yaratıp sürdürülebilir bir model ortaya koymak. Kültürel ürünlerimizin kurtuluşu global talep yaratmaktadır. Yoksa hayır işi, hediyelik ürün ve kermeslerle bir yere gidemeyiz.
Umarım KUTNİA iyi bir emsal olur.