Kişisel Değerlendirme
Kar |
1……10 |
Vurucu | 5 |
Tek fikir üzerine kurulu | 6 |
Hedef izleyiciye uyar | 7 |
Ürün filmin kahramanı | 8 |
Zevkle izlenir | 4 |
Markayı güçlendirir | 9 |
“Kar” romanının TV reklamı, iletişim sanatı açısından baktığımızda fazla pırıltılı bir iş değil. Sadece kitabı duyuran basit bir reklam. Orhan Pamuk’un yeni bir roman yazdığını ve bunun tüm kitapçılarda bulunabileceğini söylüyor bize. Deterjan reklamı demosunu andıran bölünmüş ekran biraz dikkat çekiyor, o kadar. Bu romanın konusundan de kaynaklanıyor ama esas neden yayına girdiği ortam olsa gerek.
Bundan yüz küsur yıl önce ilk sabun ilanları yayınlandığında, “İşte ailenizin yeni sabunu …” diye bir başlık atmak, onun diğerleri arasından sıyrılıp satışlarını artırması için yeterli olmuş idi muhtemelen. Daha sonra rakipleri de reklam yapmaya başlayınca ürüne yönelik üstünlüklerden, cilde sağladığı faydalardan bahsedilmiş ve bugün karmaşık marka kimliklerinden sabun olmayan sabunlara, sıvı-jel formlardan aromaterapiye uzanan bir noktaya gelmiş durumda sabun iletişimi.Ülkemizdeki ilk roman reklamı olması Kar’ın işini pazarlama adına kolaylaştırıyor. Burada iki şeyi ayırmak lazım; Birincisi teknik. Sabun örneğinde olduğu gibi alanında ilk olması iletişim hedeflerine ulaşmak için çoğu zaman yeterli. İkincisi ise “kitabın reklamı” tartışmasının reklamdaki yaratıcı fikir veya mesajların önüne geçip marka adına bilinirlik ve satın alma isteği yaratması. Ali Atıf Bir’in geçen hafta çok doğru biçimde teşhis ettiği gibi, yeni kitabın mesaj stratejisi, “kitabın pazarlaması, reklamı olur mu?” konsepti üzerine kurulmuş sanki.
Reklamın bu kadar sade ve iddiasız olmasının altında yatan nedenlerden biri de çıkacak tartışmada reklam karşıtı kesimin eline fazla koz vermemek, işi seviyeli yürütmek isteği olmalı.
Gelelim ana polemik konusuna. Ben, kitap reklamına karşı olanlara farklı bir bakış açısı sunarak tartışmalara katkıda bulunmak arzusundayım. ProCon GfK’nın geçen yıl 10-29 yaş grubunda yaptığı bir araştırmanın özet sonuçlarına göre gençlerimizin:
- %25’inin bir hobisi yok. Hobilerin başında müzik dinlemek var. Kitap okuyanlar %4.
- %37’sinin sevdiği bir oyun yok. Sevilenler arasında %11 bilgisayar oyunları, %10 okey geliyor.
- %40’ının “gerçekten eğlendim” diyebileceği bir anısı yok
- Vakitlerini TV izleyerek, müzik dinleyerek ve telefonda konuşarak geçiriyorlar.
- Evinde PC olanların oranı %16
Bu gençlik böyle büyürse kitap okumayan, sinema ve sergiye gitmeyen ve daha bir dolu medeni alışkanlığı olmayan bir toplum olarak kalacağız. Bu davranışlar kemikleşerek yaşam tarzına dönüşecek.
İşte burada yapılması gereken, gençleri kitap okuma gibi konularda teşvik etmektir. Bunun yöntemi ne? Kola içmeye ve cep telefonu almaya yönlendiren neyse o. Yani kitabın pazarlamasını, reklamını yapmak. Oyunu kuralına göre oynamak. Sıkılmadan, utanmadan yapmak, agresif olmak. İnsanları kitap okumaya ve ona bağlı değerlere özendirmek. Bir alışkanlık olarak okumayı yüceltirken, spesifik olarak da reklamı yapılan kitap hakkında merak uyandırarak satın almaya yönlendirmek. İndirim kuponları vermek, teşhirler yapmak, yeni dağıtım kanalları bulmak…
Edebiyatta, müzikte ve sanatın diğer alanlarda popülerleşmek istemeyen sanatçılar, belli konulara yoğunlaşan ve kitleye hitap etmeyen insanlar olacak ve olmalı. Ancak bu kesim dünyanın her yerinde azınlığı teşkil eder. Bir ülke yazarlarının bir kısmı böyle tercihte bulunursa sorun yok fakat yazarlarımızın yüzde doksanı dar bir gruba “ağır” işler üretir ve kendisini saklarsa bu ülkede okuma oranı yüzde beşin üstüne asla çıkmaz.
Pazarlama iletişimine karşı yazarlarımız kendileri istediğini yapsın ama kitabını üç bin yerine otuz bin satmak için çaba gösterene de ahlaki engeller çıkarmasın lütfen. Çünkü bu ülkenin otuz bin, üç yüz otuz bin satan nitelikli kitaplara ciddi şekilde ihtiyacı var.