Marka Kent konusu son on yılda ne kadar çok ve ne kadar boş konuşuldu. Şimdiye kadar sadece bir adet bilimsel çalışma yapıldı, o da uygulanmadı. Yapılanlar klasik belediyecilik yatırımları, markalaşmayla, odaklanmayla, bir tercih ve vazgeçmeyle ilgisi yok. Kavşak yaptık, marka olduk. İletişim adına yapılan da folklor gösterisi, yerel ürünler panayırı. Hükümet ve yerel yöneticiler marka lafını ağza alırken neden bu kadar rahat ve fütursuz? Çünkü ne yapılması gerektiğini bilen ve gösteren yok. Biz son on yılda tonla belediye, ticaret odası, kalkınma ajansıyla görüştük. Sonuçta şirket olarak bu işlerle ilgilenmeme kararı aldık. Öncelikle işi almak çok zor, belli yerlere akıyor kaynaklar. Sonra tüm kentlerde belediye başkanı, vali ve ticaret odası başkanları ayrı telden çalıyor. İşbirliği yok. Hepsini aşıp bir iş üretsen de dizginler sende değil. Önde adın var ama özünde hiçbir şeyi kontrol edemiyorsun. Küçük yerlerde koordinasyon ve kontrol belki daha kolay ama oralarda da para yok. Boğaz tokluğuna çalış. Eksik olsun.
M.A.R.K.A. etrafında geçen ay dönen tartışmalar, ülkemiz reklam ajanslarına dair yaptığım değerlendirmeyi bir kez daha doğruladı. Biomen işinde yokum ama Biota müşterim, Hulusi da arkadaşım. O yüzden sıcak tartışmaya katılmadım. Bu tartışmada Hulusi yine yerden yere vuruldu. Bunu yapanları haklı gerekçeleri de var kuşkusuz ama şunu sormak isterim; Acaba Türkiye’de kaç reklamcı müşterisinin çıkarı için bu şekilde aforoz edilmeyi göze alır? Bir düşünün. Hulusi’nin yaptığı bu reklamları ben onaylamazdım ama adamın markayı meşhur etmek adına aldığı kişisel risk üzerine de iki satır laf edilmeli.
Bu hengamede markanın ana vaadi olan “erkekler için şampuan” konumunu tartışanlar da oldu. Al Ries ve Jack Trout’u iyi okumuş biri olarak konumlandırma fikrinin 2012’de geldiği yeri, marka genişlemesi, marka kimliği, marka mimarisi, Korelilerin durumu filan bir yuvarlak masa etrafında enine boyuna tartışmakta fayda gördüm kendimce. Benzer bir tartışmayı da Seth Godin için yapmak isterim. Mor İnek kitabı ilk çıktığında hevesle almış ama yarıda bırakmıştım. Açıkçası yeni, yenilikçi bir şey bulamamıştım. Arkadaş standart ürün üretip televizyon reklamlarıyla satmaya çalışanlara çakıyor ama onun hedef tahtasında olduğunu tahmin ettiğim çok uluslu deterjan şirketleri, benim çalıştığım doksanda dahi onu çoktan aşmıştı. Bugün kimse vasat ürünler yapıp reklamla satalım demiyor. Geçenlerde Türkiye’ye gelince “acaba bir şey kaçırdım mı?” diye kitabını bir kez daha aldım. Yine yarıya kadar ilerleyebildim. Belki hikmeti kitabın ikinci yarısında, bilmiyorum. Bir tartışma yaparsak zorlar bitiririm.
Anadolu reklamcılığıyla ilgili olarak yazdıklarıma güzel tepkiler alıyorum. Şunu söyleyebilirim ki, geçmişte yapılan muhtelif denemeler sonrasında Anadolu doğru formüle doğru ilerliyor. Umut veren girişimler görüyorum. Şu an dört yerel müşterimin işlerini yerel ajanslarla çözüyoruz. Ankara, Bursa ve İzmir’de bir reklamcılık ekolü var zaten. Bunun dışında Antalya, Adana, Kayseri, Eskişehir’de de iyi ajanslarla tanıştım. Atladığım varsa kusura bakmasın. Hatta kendini bir tanıtsın. Kent marka ve İzmir reklamcılığı konularını alt alta koyunca şöyle bir soru geldi aklıma; İzmir reklamcılığının çıkışı dijitalde olabilir mi? İzmir bir sanayi ya da tarih kenti değil. İzmir’in geleceğini bir çok kişi gibi ben de yaratıcı endüstrilerde buluyorum. İyi reklam ajansları da var ve son gidişimde sosyal medyada, dijitalde yapılmış çok güzel işler gördüm. Dijital alanda medyaya, stüdyolara yakın olmaya da ihtiyaç yok. Mesafeler kısaldı. İzmirli reklamcı dostlar bunu bir düşünsün.
Sosyal medyada Gaziantep ve Kayserili arkadaşlarla arada tartışıyoruz ve sonunda bana diyorlar ki “hoca nedir Antep’e/Kayseri’ye olan önyargın?” Yahu ne önyargım, ne meselem olabilir? İdeallerle dolu bir genç olarak 1997’de Marka Danışmanı kartvizitini bastırdıktan sonra Anadolu’ya yüzlerce kez gittim. İş görüşmeleri, işler, saha ziyaretleri yaptım, konferanslar verdim. Neticesinde şu sonuca vardım; Kayseri, Konya ve Gaziantepli iş adamları çok enerjik, çok girişimci ve çok akıllı. Ama markalaşma kültürü yok. Şüpheciler, güvensizler ve küçük hesap yapıyorlar. Bu da onları farklı bir iş modeline götürüyor. Bu modelde çok başarılılar. Ayrıca her üç il de kent ve belediyecilik olarak çok başarılı, oralara gelmeyi, gezmeyi çok seviyorum. İnsanını seviyorum. Tamam ama bunlar sizi marka yapmıyor. Mesele o. Başka şeyler söyleyin, hiç itirazım olmaz. Ama markalaşmadan bahsetmeyin. Şimdi yine ne dediğim anlaşılmayacak ve bir sürü laf üreyecek. İşte ben de tam onu diyorum. Söylediklerin karşımdakilerin anlayabildiği kadardır lafını teyit ediyorsunuz sadece. Biri bana oralardan bir tane marka konumlandırma ve kimlik dokümanı göndersin, oturup tekrar düşüneyim.