Ankara’da altı keyifli yıl yaşamış biri olarak; “Ankara’nın nesi güzel?… İstanbul’a dönmesi” esprisinden hiç hoşlanmadım. Bunun sebebi Ankara’nın İstanbul’dan güzel olması değil tabii ki; İstanbul’un kendini Ankara ile kıyaslaması. Bu İstanbul’un, İstanbullunun vizyonsuzluğu, küçük hesabı. İstanbul dünyanın en güzel şehri ancak kendisine Paris’i, Londra’yı değil de Ankara’yı, Anadolu’yu rakip görüyor. Büyük düşünemiyor. Dünya şehri olmak, global ekonomiden pay almak, daha fazla katma değer yaratmak yerine gidip Anadolu ile uğraşıyor. Bunun sonucunda da, Anadolu’nun bir çok kenti zihinlerde “yaşanmaz yerler” olarak etiketleniyor. Ve oralarda ot bitmiyor. Her şeyi İstanbul’da yapmaya çalışıyoruz ve burasını kilitliyoruz.
Napolyon ne demiş? “Dünya bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu”. Halbuki İstanbul, özellikle yirminci yüzyılda kendisini Anadolu şehirleriyle kıyasladı durdu. Onlarla rekabet etti, oraların kaynaklarını kullandı. Futbol birçok sosyolojik konuda güzel örnekler sunar. İstanbul’un küçük hesaplarının net örneği üç büyüklerdir. Hiç biri Avrupa’nın ilk beşi, onu içinde kalıcı bir yer almayı hedeflemedi şimdiye kadar. Hepsinin tek hedefi annemizin ligiydi. Bunu yaparken de Anadolu’yu güçsüz bırakmak öncelikli strateji oldu. Ne zaman bir Anadolu takımı kafaya oynasa oyuncuları üç büyüklerce kapışıldı. Anadolu takımları güç kaybederken İstanbul takımları da genellikle bu yetenekleri harcadı. Çünkü bir vizyonu ve global iddiaları yoktu.
Bunun karşılığında Anadolu kulüplerinden de iyi liderler çıkmadı çünkü iyiler genelde İstanbul’un yolunu tutmuştu. Futbolcu yetiştirip İstanbul’a satmak, kalanların tek motivasyon oldu. “Cavcav tüccarlığı” olarak adlandırılabilecek bu model birilerine çok para kazandırdı ancak Türk futbolunun yerinde saymasının ana sebebi oldu. Net olarak söylemem gerekirse, Galatasaray veya Fenerbahçe’nin Real Madrid veya Barcelona ile ezeli rakip olması için Eskişehir, Bursa, Altay ve Adana’nın Valencia, Athletic Bilbao, Real Betis ve Atletico Madrid standardında güçlü kulüpler olması şart. İstanbul’un vizyonu ve Anadolu’nun misyonu özetle budur.
Bugün Anadolu kulüpleri gibi Anadolu reklamcılığı ve Anadolu medyası da zayıf. Bunların temelinde üst politikadaki bölünme korkusu olduğu söylenir. Derin devletin bu kadar teferruatlı oyun kuracak kadar akıllı olduğuna dair bir görüntü yok ortada ama payı olabilir yine de. Ardındaki sebep ne olursa olsun bu durum Türkiye’nin yeni global iddiası ile çelişiyor. Artık hedef büyütmemiz lazım. İstanbul’dan çıkan birbirinin benzeri onca gazete yerine bir kaç güçlü ulusal, on kadar da güçlü yerel medya organı olsa Türkiye’de hem pasta büyür, hem de bir çok sorun çözülür. Müslüman coğrafyaya yönelik bir global televizyon kanalını da o zaman düşünmeye başlarız belki. Bugün Türk medyası derin bir krize doğru gidiyorsa sebebi her şeyi İstanbul’da ve iç pazara yönelik yapma düşüncesidir.
Reklamcılık da aynı şekilde. Anadolu sanayicisinin işlerini ağırlıkla Anadolu’daki reklam ajanslarıyla çözebilmeleri lazım. İşte o zaman İstanbul ajansları Anadolu’yu kurutmak yerine hedef büyütüp global bir iddia kazanabilirler. Mevcut tabloda Anadolu’daki reklam ajansları güç kazanamıyor. Biraz büyüyen, kafayı kaldıran İstanbul’un yolunu tutuyor. Gelip de dikiş tutturabilen yok gibi, ayrı mesele. Anadolulu reklamveren de tüm işlerini İstanbul ajanslarıyla çözmeye çalışıyor. Çoğu zaman uzaktan kumanda ile iyi sonuç alamıyor. Kimi merkezini İstanbul’a taşıyor, kimi reklamdan vazgeçiyor.
İstanbul maliyetleri ve mantalitesi Anadolu’da çalışmıyor. İstanbul ajanslarından “kazık yemiş” onlarca Anadolu sanayicisi ortama kötü enformasyon salıyor. Tersi durumlar da söz konusu tabii ki ama bu şekilde iş bir yere gitmiyor. İstanbul ajanslarının Anadolu’da açtığı şubeler yürümüyor. İşte bu yüzden, Anadolu’da güçlü, güvenilir, global düşünüp yerel hareket eden ajansların desteklenmesi lazım. Bu iş ticaret odalarının gündemine girmeli. Anadolulu sanayici şehrindeki ajansa “bizim çocuklar” diye bakmayıp İstanbul’a verdiğinin yarısı kadar bütçe ayırdığında bu iş çözülür. Çünkü şu an dörtte birini bile zor veriyorlar. Bizim çocuklar da kalkıp İstanbul’a gidiyor. Bu dediğim olduğunda İstanbul’dan tersine göç başlar çünkü Anadolu şehirlerinde de büyük dönüşüm var ve oraları da gayet yaşanabilir yerler haline geliyor.
Anadolu sanayicisi işini ağırlıkla kendi şehrinde çözerse ne olur? İstanbul ajansları oralarda küçük hesaplar yapacağına hedef büyütür. Gider Katar’dan, Dubai’den, Libya ve Mısır’dan büyük hükümet işleri almaya çalışır. Paralı Arapların kendisini dünyaya anlatması için yakın bulduğu iletişim ortaklarına ihtiyaçları var. Aynı şey PR şirketleri için de geçerli. Bu dönüşüm gerçekleştiğinde de İstanbul bölgenin yaratıcılık merkezi olur. Olmalı.