2009 yılının ilk çeyreğinde zirve yapan krizin 2010 yılında itibaren etkisini azaltacağı ve en geç 2011’de güzel günlerin geri geleceği, başından beri iş dünyasının ortak beklentisi. Bizi bu beklentiye sokan da yakın tarihimizin iki önemli krizi olan 1994 ve 2001’de edindiğimiz deneyimler. 1994 ve 2001 krizleri bir yıl kadar can yakmış, ikinci yıllarda toparlanmaya geçilmiş ve takip eden altışar yıllık dönemlerde Türkiye hızla büyüyerek krizlerin yarasını fazlasıyla sarmıştı. Demek ki bu krizde de 1-2 yıl sabır gösterilecek ve geçmiş deneyimlerin de yardımıyla hasar minimumda tutularak atlatılacaktı.
Umarım öyle olur ama korktuğum ve bir yıldır söylemeye çalıştığım, bunun global ve uzun sürecek yapısal bir kriz olma ihtimalinin yüksekliği. Ekonomist değilim, ünlü bir köşem ve bir titrim yok. Haliyle sesim yüksek çıkmıyor. İşim gereği makro rakamlara da hakim değilim ama mikro düzeyde gördüklerimden çıkardığım sonuçları daha önemli/değerli gördüğümü de tekrar ifade edeyim ve tarihe bir not daha düşeyim.
Kriz Analizi:
Bunun sanayi devriminin bitişini duyuran yapısal bir kriz olduğu yönündeki inancım bir yıldır azalmadı, arttı. Batının para yaratarak pompaladığı tüketim sınıra dayandı. Doğuda oluşan üretim kapasitesi de dünyadaki talebin çok üzerine çıktı. Üstelik devasa boyutlara ulaşan üretim tesislerinde artan verimlilik neticesinde, sanayinin istihdam gücü azalıyor. Öte yandan ABD’de son kırk yılda harcanan her doların 58 senti en üstteki %1’lik kesime gitmiş. Yani bir yanda parayı koyacak yer bulamayan zenginler, öbür yandan sayısı artan işsizler… Trilyonlarca dolar akacak yer arıyor ama yeni yatırım alanı bulamıyor. Orta ve alt sınıflar, gelişmekte olan ülkeler tüketime dahil olsun diye onlara kredi veriliyor ancak bunlar üretime dahil olmadıkları için ödeme güçleri yok. Bu çarpık durumun hızlı bir tedavi ihtimali de, daha adil bir düzen modeli de ortada görünmüyor. Hükümetler ne kadar para basarsa bassın, bu para ekonomide iki tur atmadan bir grup zenginin cebine girecek. Geniş kitlelere ulaşıp yeni bir talep yaratma gücü kısıtlı.
Ülkemizde Durum:
“İki yılda toparlarız” görüşüyle herkes idare etme moduna girdi. Kimisi hazırdan yiyor, kimisi krediye yüklenmiş durumda ama işleri iyi giden yok gibi. Batıya yapılan ihracat durgun. Perakende genelde zararda, turizmde sayı artıyor ama gelir artmıyor, inşaat şöyle böyle, sigortacılık tatsız. Futbol kulüpleri hesapsız para harcıyor ancak bu parayı ödeyecek müşteri henüz ortada görünmüyor. İç tüketim geçen seneye göre rekor artış gösterse de 2009’un ilk çeyreğindeki rekor düşüşün üzerine ne gelse zaten iyi yükselecektik. O yüzden ilk çeyrek büyüme rakamlarına herkes temkinli yaklaşıyor. Çünkü bir önceki çeyreğe göre bir büyüme yok. Herkes “iki yılda geçer” beklentisiyle krediye yüklendiği için bankaların durumu iyi. Hükümet de eski krizlerden aldığı derslerle mali disiplini koruma dışında pek bir şey yapmıyor. Yani ekonomimizi yönetenlerin beklentisi de aynı; İki senede geçer. Biz sağlam duralım. Evet sağlam durmaya bir itirazım yok ama sadece beklemekle olmaz diye düşünüyorum.
2010 Kışı Kritik:
Beklenen toparlanma gelmezse sabırlar tükenir ve bireysel iflaslar başlayabilir. Buradaki psikolojik sabır eşiği iki yıl gibime geliyor. Daha yüksek ise ne ala.
Bu kış özellikle perakendeden başlayacak sıkıntılar üreticileri sarsabilir. Piyasada bir nakit/ödeme sıkıntısı yaşanabilir.
Avrupa ve/veya ABD’de yaşanacak ikinci dip de üzerine gelirse ciddi bir panik havası oluşur.
Referandumda hükümetin beklemediği bir sonuç da güven ortamını sarsabilir.
Hepsi üst üste gelirse kötü.
Önerilerim:
Hükümetin iç talebi canlandıracak akıllı pazarlama programları geliştirmesi/desteklemesi.
Toplumun alt kesimlerini tüketime dahil edecek sosyal destek programları geliştirmesi.
Bunu yaparken enflasyon fobisinin aşılması. Enflasyonu istesek de patlatamayız gibime geliyor.
Sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’de üretilen ürünlerin tercih edilmesi yönünde iletişim kampanyaları yapmaları.
Özellikle komşu ülkelere yönelik bireysel girişimlerin teşvik edilmesi yönünde cazip destek paketlerinin açılması.
Uzun vadede adil gelir dağılımının bir numaralı milli öncelik olması.