Futbol
Futbolumuzun temizlenip atağa kalkması için İngiltere’de Thatcher döneminde yapıldığı gibi bir demir yumruk operasyonu gerekiyordu. Yapıldı.
İkna/iletişim tekniği açısından baktığımızda, bu işin sonuca ulaşması için son derece kuvvetli mesajlar içeren bir kafa koparma hareketi gerekiyordu. Aziz Yıldırım operasyonu bu yüzden gerekliydi. Başka türlü yarım kalırdı. Sun Tzu’nun taktiklerini hatırlayın.
Böyle devrim mahiyetindeki hareketlerde haksızlıklar yaşanır, kurunun yanında yaş da yanar. Hakkı yenenler adına üzgünüz ama tereyağından kıl çeker gibi çözülmüyor kırk yıllık çetrefilli meseleler.
Hakemlerin maçlarda kararlı bir şekilde disiplin uygulaması ve abartılı itirazların bıçak gibi kesilmesi de hayırlı oldu. Demek ki istenince oluyormuş.
Bundan sonraki maçlarda ilk büyük vukuatı çıkaran taraftarlara verilecek ibretlik cezalar da operasyonu tamamlayacaktır. Taraftar adı altında meşruiyet kazanıp özgürce taşkınlık yapan bu çapulcuların gerçek bir güç merkezi olmadığının geniş kitlelere net olarak iletilmesi lazım.
Kadın-çocuk uygulaması hepsinin üzerine iyi geldi ve beklenmedik bir PR etkisi yarattı. Üzerine gidilebilir.
Şimdi sıra kulüplerin başına “taktik” ile “strateji” arasındaki farkı bilen, konsept temelli düşünüp ROI hesabı yapabilen tecrübeli yöneticileri geçirmede. Bu biraz vakit alabilir. Hesapsız harcamaları ve hacıağaları futboldan uzaklaştırmak için Maliye’nin de işe bir el atması süreci hızlandıracaktır.
Ek Öneri: Hem cari açığı azaltmak, hem de dış politika hamlelerimizi desteklemek adına Asya ve Afrika ülkelerinden gelecek futbolculara bir vergi indirimi düşünürdüm hükümetin yerinde olsam.
Siyaset
Hükümet ustalık döneminde mikro ekonomi, markalaşma ve iletişim alanında başarılı işler yapıyor, ülkem adına umut verici gelişmeler yaşanıyor:
- Öncelikle dış politik hamleler çığır açıcı mahiyette. Tabii ki bu işler kolay değil ve arada istemediğimiz şeyler olabilir ama markalarımızın, ekonomimizin, çocuklarımızın geleceği için bölgemizde lider ülke olma yolunda ilerlemeye devam etmemiz lazım.
- Maliye politikaları yıllardır dengeli. Ekonomi yönetiminde uyum var. Yeni bir global kriz gelebilir ve çok da uzun sürebilir ancak göründüğü kadarıyla şu an akla gelen her şey yapılıyor ve buna en hazırlıklı ülkelerden biri de biziz.
- Türkiye yıllardır para politikalarını, kuru, faizi ve makro dengeleri konuştu. Sevinerek görüyorum ki artık sektör bazlı konuşuyor ve mikro ekonomik stratejiler geliştiriyoruz. Her sektör için ayrı planlar yapmamız lazım.
- Kamuda hayran olduğum bürokratlarla karşılaşıyorum şu sıralar. Ekonomi Bakanlığı’nda, dış ticaret müşavirliklerinde öyle yöneticiler görüyorum ki özel sektörde yok. Çok iyi para kazanıp özel hayatı abartmaya başlayan özel sektör üst düzey yönetici performansı da düşüyor genel olarak ama o ayrı konu.
- TUBİTAK, Turquality ve Kosgeb teşvikleri çok yerinde. Kafayı çalıştırana her türlü destek var memlekette. Turquality ödemelerindeki sıkıntıları yazmadan geçemeyeceğim bu arada.
- Azınlıklara, Alevilere yönelik açılımlar da olumlu ve özgüven yüklü. Samimiyeti zamanla göreceğiz ama iletişim değeri inkar edilemez.
Şu an anlayamadığım konuların başında Kürt meselesindeki tavır değişikliği geliyor. Hükümet her alanda akıl dolu işler yaparken nasıl bu noktaya geri döndük anlayamadım. Bilmediğimiz, kamuoyuna yansımamış bir şeyler olmalı. Muhtemelen İmralı-MİT müzakerelerinde gelişen bir konu. Ne acaba?
Kadına yönelik şiddet hükümetin iletişimdeki zayıf noktalarından biri. Bizim mahallede bir çok kişi ekonomi ve dış politika başarılarının hakkını vermeye başlasa da bu konuda ciddi bir adım atılmaması “bunlar kadına değer vermez” yargısını sürdürecek.
Asmalımescit vakası ise AK Parti’nin içki konusundaki tolerans sınırını ortaya koydu. Beyoğlu belediye başkanını bütün samimiyetimle ve ön yargısızca “focus group” dinler gibi dinledim. Yok! Konunun belediyecilikle, planlamayla filan ilgisi yok. Dünya çapında bir cazibe merkezi olmaya başlayan Asmalımescit’in önü (yukarıdan gelen bir emirle) kesilmiş gibi görünüyor. Demek ki Antalya’daki otellerde sınır aşılabilir, kıyı şeridindeki restoranlarda edeple içilebilir ama şehrin göbeğinde içkili açık hava partisi uygun değil. Açık hava eğlencesinde dünya markası olmuş bir nokta ise kabul edilemez. Bu alandaki hoşgörünün sınırı artık çok net ve bence anlaşılabilir. Özünde başını örtenlerin üniversiteye alınmamasından bir farkı yok. Beğenmeyen “bıdı bıdı” yapacağına bir sonraki seçimde Beyoğlu’nu almak için şimdiden kolları sıvasın.