Bizim kendimize has bir evde yaşam kültürümüz, güzel geleneklerimiz var ancak eve dair ürettiğimiz ürünler genelde Batı kaynaklı. Banyodan mutfağa, perdeden dolaplara neredeyse her şey dışarıda düşünülmüş. Kendimize, kültürümüze dair değerleri ürünleştirme ve markalaştırmada zayıfız. Ev terminolojimiz bile çok Fransız. Üstüne, Türkiye seramik, tekstil ve inşaat sektörlerinde dünya çapında rekabetçi güce sahipken, neredeyse kimse dünyaya bir şey öğretme niyetinde değil. Yabancı transferlere dayanıp annemizin liginde oynamaya devam ediyoruz.
Peki bunu değiştirmek için neler yapabiliriz?
Mesela ıslak taharetlenme konusunda dünyada alışkanlık değiştirebiliriz. Yıllar önce tuvalet kağıtları ürün sorumlusu olarak çalışırken bu b.ktan konu üzerine çok kafa yormuştum. Sonra da seramik sektörün danışmanlık yaptığım dönemde bazı yeni fikirler tartıştık. Batıda kuru temizlik var ve insanlar ellerinin dışkıya değmesini istemiyorlar. Ancak öte yandan kuru kuruya da olmuyor ve dünyada ıslak kağıt ile temizlenme alışkanlığı artıyor, eriyebilir nonwowen ürünler gelişiyor. Bu bağlamda biz taharet musluğunu bir joystick gibi daha hareketli hale getirerek yenilikçi ürünler geliştirebiliriz. Bu konuda girişimler olsa da pazarlama çabaları çok kısıtlı. İşe biraz asılıp dünyada insanların ellerini temiz tutarak sudan yararlanmalarını sağlayabilirsek ciddi bir devrim yaparız.
Buna bağlı olarak hamam kültürümüzü de dünyaya yayabilmiş değiliz. Meraklısının Türkiye’ye gelip denemesi lazım. Onların da hiçbiri standart değil. İstanbul’da başka, Bursa’da başka, Antalya otellerinde başka hamam türlerine muhatap oluyorlar. Halbuki sauna öyle mi? Dünyanın her yerinde malzeme de sıcaklık da aynı. Öncelikle bir Türk Hamamı standardı ve ritüeli oluşturmamız lazım. Saunada kum saati var, ne kadar kalacağını biliyorsun. Hamamda ne kadar kalınır bilen var mı? Yok. Sonrasında da hamamı evlere sokmalıyız. Sauna bunu yıllar önce yaptı. Türkiye’de bile bir çok evde var mini saunalar. Halbuki bana sorarsanız ev için hamam çok daha konforlu ve sürdürülebilir.
Bizde eve girerken ayakkabı çıkarılır ama bu işi kolaylaştıracak inovatif bir buluş görmedim daha. Ayakkabıların altını temizleyecek bir alet olabilir, ayakkabıları dışarıda istifleyecek bir düzenek tasarlanabilir… Ya da mutfakta Türk yemek pişirme ve misafir ağırlama kültürüne yönelik yenilikçi fikirler olmaz mı? Modern çay makineleri, mangallar filan… Ev tasarımına da fazla kafa yoran da yok. Mimarlarımız bu ülkenin burnundan kıl aldırmayan meslek grubu ama havaları süper işler becerdiklerinden değil, piyasada çok talep olmasından kaynaklanıyor. Yaptıkları genelde batılı ev modellerini alıp buraya uyarlamak. Yüzlerce gayrimenkul firması arasında bir NEF, biraz da AND gibi şirketler yeni şeyler deniyorlar, kalanı birbirinin tekrarı.
Bir başka konu da ev kıyafeti. Şimdi şöyle düşünün; Dışarıda giydiğimiz kıyafetler ev için kullanışlı değil. Eve gelince rahat bir şeyler arıyoruz. Pijama alternatifi var ama o da balkona, bahçeye çıkarken veya komşu ya da pizzacı geldiğinde görünmek istediğimiz bir kılık değil. Eşofman giyiyoruz ama onun da tasarım amacı farklı. Özetle ev için özgün bir giyim konseptine ihtiyaç var; Rahat ve şık. Dünyada “homewear” kategorisinde bazı ürünler var ancak bana sorarsanız bize has, özgün bir koleksiyon yapılmalı. On sene önce Denizli’li öncü, vizyoner iş insanı Nuri Sözkesen denemişti ancak piyasa buna hazır değilmiş ya da oradaki imkanları kısıtlıydı ki ilerlemedi. Arada çok büyük ev tekstili şirketlerimizde konunun gündeme geldiğine şahit oldum fakat hepsinde geçmişte yapılmış birkaç küçük denemenin başarısızlığı öne sürülerek vazgeçildi. İyi de ihtiyaç ortada duruyor?
Türk girişimcisi böyledir maalesef. Yeni adetler çıkarmaktan korkar. Yeni ürünün binlerce yıllık kültüre dayanması bile onu ikna edemez. 1997 yılında Cappy ilk ambalajlı limonatayı piyasaya verdi ve tutmadı çünkü tadı Türk damak tadına uygun değildi. “Lemonade” idi. Sonra on sene kimse denemedi. Deyim yerindeyse “Türkler limonata içmez” demeye getirdiler. Nihayet Uludağ bizim damak tadımıza uygun limonatayı yaptı da Türkler limonata “içmeye” başladı.
Şimdi bizim sanayici yukarıdaki fikirleri duyunca şunu der;
Gavur ıslak taharet yapmaz.
Evde Türk hamamı olmaz.
Bizim insanlar ev kıyafeti almaz.
Peki bu konularda ciddi bir deneme yapıldı mı? Hayır.
Hayırlısı…