Dün akşam Rus Büyükelçisinin öldürülmesi sonrası ilk görüntülere bakarak güvenlik zaafı olabileceğine dair bir tivit attım. Sonrasında gece boyu tüm yabancı kanallarda ve bizim görece tarafsız kanallarda uzmanlar böyle bir dönemde büyükelçinin bu kadar yalnız bırakılmasının, sonrasında da tek başına odada bekleyen katilin polis tarafından öldürülmesinin “teknik açıdan” hata olduğunu söyleyip durdular. Ama ne gam. AKP’li kardeşler hemen bana saydırdı. Söylemler aynı. Siz memlekete yukarıda bakıyorsunuz, bir şey görmüyorsunuz filan…
Şimdi diyeceksiniz ki bunlar cahil. Aldıkları eğitimde sorgulama, eleştirme yok. Sabit bir inanç ve biat kültürüyle yetişmişler. O yüzden, iyi niyetli de olsa hiçbir eleştiriye tahammül edemiyorlar. İnsanlar da ölse, çocuklar da yansa birilerinin temsili olarak istifa etmesi filan mümkün değil.
Diyelim ki doğru. Peki memleketin kalanında, örneğin bizim mahallede böyle bir özeleştiri kültürü var mı? Birkaç örnek vereyim de anlayalım:
Yıllardır müşterilerimizin ve önemli rakiplerin PR takibini yaparız. İlk baktığımız şey, bu şirketlerin, markaların adı basında kaç kere geçmiş ve ne kadarının olumlu/olumsuz olduğudur. Genel tablo şöyle çıkar; Şirketin adı o ay (atıyorum) yüz kere geçmiş ve bunların 98’i olumlu, ikisi nötr. O da sendika haberi filan. Son yıllarda medyada yandaşlaşma arttı ve tablolar bundan dolayı biraz daha şaştıysa da ortalama budur. Yani Türk medyasında reklamveren şirketler için en ufak bir teknik eleştiri dahi yayınlanamaz. Üstüne, bütün bu CEO’ları gazetelerde el cepte havalı pozlar verirken görürüz. Bu “kusursuzluk” durumunun bir yansıması da konferanslardır. Bu güzide şirketlerimiz oralara sponsor olur ve yöneticileri gidip suya sabuna değmeyen konuşmalar yapar. Bireysel bilet satışı fazla olmadığı için izleyiciler de daha çok şirketlerin çalışanlarından oluşur. Yani körler sağırlar birbirini ağırlar. Yıllardır sahnede inandığını söyleyen, yapıcı eleştiri yapan birini görmedim desem sanırım abartmış olmam.
2001-2003 yıllarında Para dergisinde reklam eleştirileri yaptım. Zamanında çok ses getirdi ve büyük gazetelerden de yazma teklifi aldım. Gazetelere gitmedim, Para dergisini de kendi isteğimle bıraktım çünkü işlerime engel oluyordu. Türkiye’nin kaç güzide şirketinde ufacık eleştiriler nedeniyle aforoz edildim, duysanız şok olursunuz. 15 yıldır kapılarından giremiyorum ve bunlar birinci ağızdan duyduğum yorumlar. Duymadığım neler var kim bilir? Özetle Türk medyasında ya şirketleri yücelten yazılar yazacaksınız, ya da yazmayacaksınız.
Markam olarak üç yıl önce ciddi bir vaka çalışması yaptık. Bir hoca bizi eğitti ve kendi işlerimizden 12 vaka yazdık. Amacımız bunları bir kitap olarak çıkarmaktı çünkü ülkemizde üniversitelerde ciddi bir vaka sıkıntısı var. Ama müşterilerin çoğu bunu istemedi çünkü vaka tekniği gereği arada tartışma konuları olması gerekiyor ve onlar bunu bir yönetim zaafı olarak algıladılar. Kusursuzlar ya.
Her neyse. AKP çekirdek yönetiminin ve seçmeninin bu tahammülsüz tutumuna bakıp da ezbere konuşmayalım. Çoğumuz öyleyiz. O insanlar yıllarca memleketi yöneten beyaz Türklere bakıp “aaa demek ki bu işler böyle oluyormuş” dediler ve şimdi iktidar olunca aynı hataları tekrar ediyorlar. Bu memlekette ne zaman bir konferansta bir CEO çıkıp da yaptığı hatayı anlatır (şaşırmayın, bu ABD iş kültürünün vazgeçilmez bir parçasıdır), ne zaman muhalefet herhangi bir kanun teklifine olumlu oy verir ve ne zaman Markam vaka kitabı basılır, işte o zaman umutlanmaya başlarız.