Türk futbolunun son elli yıldaki hedef ve stratejileri şu şekilde özetlenebilir;
Süper Ligin bir hedefi yok. Ne olabilirdi diye sorarsanız; Örneğin Avrupa’nın üçüncü veya beşinci en değerli ligi olmak, Orta Doğu’nun en çok izlenen ligi, vitrini olmak gibi hedefler konabilirdi.
Milli takımın bir hedefi yok. “Elinden gelenin en iyisini yapmak” şeklinde özetlenebilecek bir ifade, hedef ya da strateji olarak kabul görmüyor iş/yönetim dünyasında.
Üç büyüklerin hedefi o sene annemizin ligini şampiyon bitirmek ve yıldız sayısını artırmak. (Tek istisnası Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğu dönemi olabilir.) Bunu yaparken de stratejik öncelik Anadolu’yu kurutmak. Tıpkı, global bir hedefi olmayan, gidip yerel şirketlerle uğraşan, onları batıran veya satın alan büyük İstanbul şirketleri gibi.
Anadolu kulüplerinin rolü de belli bu durumda. Üç büyüklere oyuncu yetiştirmek. Yöneticilerin hedefi de şahsi menfaatler oluyor doğal olarak.
Anadolu’nun kaderi sadece yetmişlerde Trabzon’un şampiyonluklarıyla değişti ama o dönem de ülkenin zıvanadan çıktığı istisnai yıllardı, örnek sayılmaz. Zaten o istisnai başarılar tekrarlanamadı da. Şenol Güneş’in 1995 ve 2005’te kurduğu efsane kadrolar anında kapışıldı İstanbul tarafından.
Geçenlerde bir yazımda satış ile pazarlama arasındaki farkları iş ve siyaset dünyasından örnekler vererek anlatmıştım. http://markam.com.tr/blog.html?durum=detay&icr=355
Özü şudur; Satıcı olanı görür, mevcut oyun alanı içinde taktik geliştirir. Kısa vadeli düşünür. Gerçekçidir. Pazarlamacı ise bugünü ve geleceği düşünür, oyunu, alışkanlıkları değiştirebileceğini hayal eder.
Türkiye’de iş dünyası, patronlar satıcı, hatta tezgahtar gibi düşünürler. Bakış açıları kısa vadelidir. Mevcut ürünler, mevcut pazarlar ve mevcut müşteriler çerçevesinde işlerini yönetirler. Piyasaya yeni adetler getirme, oyunun kurallarını değiştirme, yeni alışkanlıklar yaratma gibi bir niyetleri yoktur. Hayal kurmazlar. Bir ülkeye gidip üç sene zarar bütçelemek ve sonra da orada marka olmak gibi bir planları olmaz mesela. Al-sat, yap-sat para kazan.
Siyaset de farklı değil. Yap-sat işi zaten malum da, son seçimlerdeki koalisyon tartışmasında da başta herkes satıcı refleksiyle konuştu mesela. Geçmişte yapılan koalisyon deneyimleri kötü bitti ya, demek ki koalisyon yanlış diye düşündüler. Halbuki durum tam tersi. Dünyanın bir çok başarılı ülkesi koalisyonla yönetiliyor. Koalisyon yapacak işbirliği ve demokrasi kültürünü geliştiremezsek işimiz çok daha zor ve başkasına tahammülü olmayan bir partinin tek başına iktidarı ise uzun vadede gerçek bir bela. Şimdi yavaş yavaş bu fikre alışmaya çalışıyoruz.
İş ve siyaset dünyası böyle olunca, birleşik kaplar teorisi uyarınca futbol yöneticilerimizden de farklı bir şey beklemek zor. Onlar da oynanan maçın skoruna ve lig sonunda alınan sonuca bakıyorlar sadece. Üç sene zarar bütçeleyen (yani şampiyonluk vaadi vermeyen) ama bunun karşılığında bir felsefesi, kültürü, marka değeri olan kalıcı bir ekip kurmayı hedefleyen yok. Lig bitmeden, gelecek seneyi düşünen bile yok. O yüzden en efsane futbol insanımız Fatih Terim. Kendisi büyük bir taktisyendir, motivasyon ustasıdır ama uzun vadeli düşünen bir vizyon adamı değildir. Çok iyi bir tezgahtardır. Baş tezgahtardır.
Açıkçası bu sene Biliç yönetiminde genç kadroyla yeni bir ruh yaşayan Beşiktaş’ın, Seba dönemine benzer bir efsane döneme hazırlandığı yanılgısına kapıldım. Fikret Orman ve yönetiminin bir vizyonu olduğunu, uzun vadeli düşündüklerini sandım ama fena halde yanıldım. Son birkaç maçtaki performansı veya (belki) taktik hataları nedeniyle Biliç gibi bir adam gönderildi. Evet, belki Biliç büyük bir taktisyen değil ama Beşiktaş ruhuna, markasına en uygun teknik insandı. Beşiktaş’ın bu yıl İngiltere’de oynadığı maçlara yakın bir performansı hiçbir Türk takımı gösteremedi tarih boyunca. Stadı olmayan ve büyük bütçeler harcanmayan takım, iddiasını son dakikaya kadar götürdü. Ama en önemlisi o marka eşleşmesi. Soyut olduğu için tezgahtarlara, müteahhitlere anlatmakta zorlandığımız o kavramsal uyum. Esas o ruh gitti.
Bu yöneticiler dünyaya bakmıyorlar mı hiç? Alex Ferguson veya Arsene Wenger kaç sene kalmış takımların başında ve arada ne taktik hatalar yapmışlar, ne şampiyonluklar kaybetmişler belki de. Ama uzun vadeli marka başarısını, sportif ve ticari başarıyı getiren istikrar olmuş.
Bu sezon bir başka umudum da Bursaspor idi. Şenol Güneş yönetiminde iyi bir kadro kuran, stadı seneye hizmete girecek ve Lacoste sponsorluğu cepte gibi görünen Bursa da hoca ile ilişkiyi kesti. Şener ayrıldı. Fernandao ve Volkan Şen gidici görünüyor. Güneş kupayı kaybettiği için mi gönderildi, yoksa Beşiktaş ile anlaşmış mıydı bilmiyorum ama her iki hareket de yanlış. Şenol Güneş çok iyi bir hoca ama Beşiktaş markasına uygun mu, Biliç gibi aşkla bağlanacak mı taraftar, bilemiyorum? Bursa da kazanan kadroyu bozarak başa sardı gibime geliyor. Umarım yanılırım.
Ancak beklentim, seneye Fener veya Galatasaray’ın rahat bir şampiyonluk daha alacağı şeklinde. Çünkü onların başındaki tegahtarlar daha yetenekli ve maddi imkanları daha fazla. Onlarla aynı çarşıda değil, ancak farklı bir vizyonda rekabet edebilirsiz.