Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar mı? Zeki’den Nusret’e, Bitmeyen Terane
Bu memlekette bazı şeyler hiç değişmiyor. Mesela iş dünyamızın yaptığı iyi işleri aşırı parlatma merakı. 1998 yılındaki bir pazarlama konferansında izleyiciler bana Beko ve Zeki Triko’nun “dünya markası” olup olmadığını sormuştu. Ben de markalarımızın bu fikri iletişimde kullanmalarını çok doğru ve etkili bulduğumu, yurt dışı satışlarının da gurur verici seviyede olduğunu ancak henüz dünya markası diyemeyeceğimizi söyledim.
Sonrasında da başıma gelmeyen kalmadı. Dergide bana gelen eleştirilere verdiğim cevabın başlığını 2002 yılında kitabımın kapağında değerlendirdim. Gerisi malum.
Meşhur yazı da linkte. http://markam.com.tr/detay-makaleler-325.html
Kitapta uzun uzun anlattım. Yirmi yıla yakındır da tartışıyoruz. Cihan imparatorluğunu batırmış olmanın verdiği ezikliğe bağlı olarak, bizdeki global başarı (intikam) isteği bir çok gelişmekte olan ülkeden daha yüksek seviyede. Ancak bunun için samimi çaba gösteren de o kadar az. Çünkü iç piyasada kazanılan başarılar çoğu iş insanı (veya sanatçı, sporcu) için tatmin edici seviyede ve koşmuyorlar. Koşsalar belki Bercelona’da oynayacaklar. Bilemiyoruz.
Sonuçta ortaya çıkan; yurt dışında ihracat yapan bir çok şirketin dünya markası olduğunu iddia etmesinden, kazanılan ufak tefek ödüllerin parlatılarak reklam malzemesi yapılmasına kadar giden bir goygoy alemi, plaket protokolüdür. Bu çark böyle döner durur. Arada bizim gibi “kıymet bilmez” adamlar çıkıp doğru bildiklerini söyleyince de sıkıntı yaratırlar. 1999 yılında Zeki vesilesiyle gördüğüm tepkinin benzerini 2017 başında NusrEt sebebiyle aldım. Özellikle de sosyal medyada. Neymiş efendim, son tuzlama videosu dünyada rekorlar kıran NusrEt dünya markası olmak üzereymiş ya da olmuş da ben kıymetini bilmiyormuşum, takdir etmiyormuşum. Öncelikle şunu söyleyeyim ki bu topraklardan bir dünya markası çıkmasını bu konuda atıp tutanların çoğundan fazla isterim. Ancak işin gerçeğine baktığımızda NusrEt’in yurt dışında henüz iki şubesi vardır. İki tane de açma planları. BigChef toplamda otuzu buldu ama her ikisinin de henüz işin başında olduklarını söylemem gerekir. Pardon.
Nusret bir kişisel başarı ve karizma örneğidir. İşini tutkuyla seven, iyi yapan, farklılaşma noktaları bulan, personelini çok iyi motive eden, iletişimde konuşturacak şeyler bulan biri. Sıfırdan gelmiş ve şimdiye kadar ne yaptıysa kendisi yapmış. Söyleşisinde hiçbir PR vb profesyonel destek almadığını söylüyor ve bu beni hiç şaşırtmıyor. Sermaye dışında, Doğuş grubunun bir miktar stratejik destek de verdiğini tahmin ediyorum ama göründüğü kadarıyla operasyon tamamen kurucuya bağlı.
Bu durum, yani kurucunun ana figür olarak görünürlüğü fark yaratma adına avantaj ancak işler büyüyünce dezavantaja dönüşebilir. Hiç şüphesiz müşteri restoranda patronu görmekten çok memnun oluyor ve Nusret bey de bunun hakkını veriyor ama mağaza sayısı onu, yirmiyi aştığında nasıl yetişecek şahsen, orasını bilemiyorum.
Öte yandan, gelişme planları da çok ezber gibi görünüyor. New York herkesin ilk aklına gelebilecek yer. Bu seçimin arkasında bir araştırma veya strateji var mı bilemiyorum. Zannetmiyorum.
Mesela eski müşterim Simit Sarayı da New York’da prestij şubesi açtı ama sağlıklı büyüme Avrupa ve Orta doğu’dan gelecek/geliyor. Çünkü o işte belli ülkelerde kritik sayıya ulaşmayı hedefleyen büyüme stratejisi daha doğrudur.
NusrEt yönetimi global açılım için bir sektör raporu alıp inceledi mi, hedef ülkelerde tüketici veya rekabet araştırması yaptı mı, oralardaki tercihler, fiyatlar, iletişim ortamları hakkında bir rapor var mı elinde bilmiyorum. İşler büyüdükçe personelin ve iş ortaklarının kullanması için tasarlanmış kılavuzlar, yönergeler, görsel malzemeler hazır mı? Umarım vardır ve hızla büyürler ama örneğin şimdiye kadar bütün videoları kendi imkanlarıyla çekmişler. Samimi ve esprili olsa da görsel kalite düşük. Benim bildiğim, böyle dünya markası olunmaz. Daha profesyonel işbirlikleri olacak mı bilemiyorum. Onları bir görelim, sonra yine değerlendiririz durumu ama Nusret şimdilik “tutkulu ve becerikli bir patron” vakası gibi duruyor. Bu topraklarda aşina olduğumuz yüzlerce benzer örnek gibi.
Tabii ki derdim NusrEt değil. Umarım başarırlar ve gururlanırız ama esas mesele dünyanın en değerli 500 markası arasında bir Türk markası olmaması. Şu sıralar olmaya aday da görünmüyor. Brand Finance 500 listesinde batılı markalar ağırlıkta tabii ki ancak tabloda Şili, Tayland, Kolombiya, Malezya markalarını görünce dayanamıyorum. Evet arkadaşlar, gerçekler aşağıda. Verdiğim rahatsızlık için kusura bakmayın.
Türkiye ilk 500’e herhangi bir marka soksun, sonra susacağım. Söz.
Ülke | İlk 500’deki Marka Sayısı |
Avusturya | 1 |
Belçika | 1 |
Finlandiya | 1 |
İrlanda | 1 |
Katar | 1 |
Kolombiya | 1 |
Malezya | 1 |
S.Arabistan | 1 |
Şili | 1 |
Tayland | 1 |
B.A.E | 2 |
Endonezya | 2 |
Hong Kong | 2 |
Meksika | 2 |
Norveç | 2 |
Tayvan | 2 |
Danimarka | 3 |
Rusya | 3 |
Singapur | 4 |
İsveç | 5 |
Brezilya | 5 |
Hollanda | 6 |
İspanya | 6 |
Avustralya | 8 |
Hindistan | 9 |
İtalya | 9 |
Kanada | 13 |
G.Kore | 14 |
İsviçre | 15 |
Almanya | 25 |
İngiltere | 30 |
Fransa | 36 |
Japonya | 40 |
Çin | 52 |
A.B.D | 194 |