Bu köşede sporda markalaşma konusunda kaç yazı yazdım. İhtimal ki büyük kulüp yöneticilerinin hiç dikkatini çekmedi. Çünkü bildikleri yönetim tarzıyla ortalama üç senede bir şampiyon oluyor, olamadıkları yıllarda da ya hakemleri suçluyorlar, ya da teknik direktörü gönderiyorlardı. Pazarlamayı da esas itibariyle lisanslı ürün satışı olarak görüyorlardı. Yine yıllardır medyada da
Ali, Ömer ve Hıncal Ali Ağaoğlu Neden Sevilmez? 2003 yılında şöyle demişim; Türkiye’de siyasetten beyaz eşyaya tüm alanlarda yaşadığımız üretici odaklı buyurgan zihniyetten tüketici odaklı “fayda” yaklaşımına geçiş konut sektöründe de kaçınılmaz olarak yaşanacak. Paramızı, sonuçta ortaya ne çıkaracağını tam bilemediğimiz bir yapsatçı müteahhit veya kooperatif başkanına teslim
Geçen sene kendimi memleket meselelerine adadım. Krizden çıkış için kafa yordum ve ilkbaharda İleri Dönüşüm Kutusu adlı bir kitap yayınladım. Kitapla ilgili söyleşide Selim Tuncer’e şöyle demişim: “Kitap işe yaramazsa yıllardır kaçındığım şeyleri yapacağım; Daha çok ve gündem yaratacak yazılar yazmak, ticarete ağırlık vermek, hap projeler yapmak, eğitim, sunuculuk gibi
Efendim biz iş hayatına dahil olduğumuzda (1985) ne cep telefonu vardı ne de kişisel bilgisayar. Günde iki tane yazı gelir, haftada birkaç toplantı yapılırdı en fazla. O yüzden toplantı dediğimiz şey aşırı ciddi bir etkinlik olarak değerlendirilirdi. Örneğin ilk iş yerimde Fabrika Müdürü Erol Bey toplantıya geç gelenleri içeri almazdı.
2009 yılının ilk çeyreğinde zirve yapan krizin 2010 yılında itibaren etkisini azaltacağı ve en geç 2011’de güzel günlerin geri geleceği, başından beri iş dünyasının ortak beklentisi. Bizi bu beklentiye sokan da yakın tarihimizin iki önemli krizi olan 1994 ve 2001’de edindiğimiz deneyimler. 1994 ve 2001 krizleri bir yıl kadar can
Pazarlamada markalar, insanlar, ülkeler hakkında oluşmuş yargıları kırmak zordur ama başarılabilir. Dünyanın en ırkçı ülkelerinden Güney Afrika, Mandela operasyonundan sonra hızla imaj düzeltti ve şu sıralar “vuvuzela” ile sempati zirvelerini zorluyor. Pazarlama projeleriyle alışkanlıklar ve hatta kültür değiştirilebilir ama bu vakit alır. Türk halkının kışın yediği dondurma miktarı hala (muhtemelen)
Geçen sene kaleme aldığım “Spor Marka” dizisinde kulüp yöneticilerimizin hedef-strateji-uygulama bağlamında bir çeşitlemeye gidemediğini, oyun alanlarının transfer-hakem-basın üçgeni dışına çıkamadığını yazmış ve diziyi “bu sene de hakem tartışmaya devam” diye bitirmiştim. Sezon geldi geçti, transferler, hakemler ve basındaki polemikler dışında fazla bir şey gündeme gelmedi ama son dakikada hayırlı bir
Hmm galiba hayır! Çünkü bu, daha önce yaşadıklarımızdan farklı, yapısal bir kriz. Sanayi devriminden bu yana sorgulanmadan varlığını sürdüren, sanayiye bağlı büyüme ve istihdam modelinin tıkandığı günleri yaşıyoruz. O yüzden daha öncekiler kadar can yakan türden bir kriz yaşamadık. 2009 yılında, 2001 krizinde olduğu gibi İstanbul’da yollar boşalmadı, dev gruplar
Derecelendirme kuruluşlarının olumlu raporlarına ve hükümetin iyimserliğine rağmen şahsi gözlemleriniz piyasalarda işlerin iyi gitmediği şeklindeyse, Ülkede daha fazla fabrika kurmanın işsizliğe çözüm getirmeyeceğini düşünüyorsanız, Daha fazla süpermarket ve alışveriş merkezi açmanın da işi çözmeyeceğine, hatta sıkıntı yaratacağına inanıyorsanız, Geçen yıl yapılan “Al Ver, Ekonomiye Can Ver” türü kampanyalarının tam amacına
Karl Marx sanayi toplumundaki temel çelişkinin patron ile işçi (burjuvazi-proleterya) arasında olduğunu söyledi ve yirminci yüzyıla damgasını vuran sağ-sol bölümlemesi bu temelde şekillendi. Ekonomik temelli bu segmentasyonun geçmiş dönem versiyonları; köle ile sahibi ve feodal ağa ile köylü arasındaki çelişkiler olarak tanımlanır. Marx’ın temel aldığı diyalektik bakış, bu çelişkileri tarihin