Marka Kent konusu son on yılda ne kadar çok ve ne kadar boş konuşuldu. Şimdiye kadar sadece bir adet bilimsel çalışma yapıldı, o da uygulanmadı. Yapılanlar klasik belediyecilik yatırımları, markalaşmayla, odaklanmayla, bir tercih ve vazgeçmeyle ilgisi yok. Kavşak yaptık, marka olduk. İletişim adına yapılan da folklor gösterisi, yerel ürünler panayırı.
Cüneyt Arkın anlatmıştı bir söyleşide. Kariyerinin zirvesinde olduğu günlerde Hollywood’dan teklifler almış ama oralara gidip lisan öğrenmek, yeni bir hayat kurmak zoruna gittiği için reddetmiş. Başta ters geliyor ama biraz düşünüp empati kurunca anlayabiliyorsunuz. Abi dünyanın en güzel şehrinde yaşıyor. Muhtemelen boğaz manzaralı evi, mutlu bir ailesi var. Fazla kasmadan,
Son iki yılda, 11’i benim için yeni olmak üzere 15 farklı ülkeye (bazılarına birkaç kez) Türk markaları adına gittim. Binlerce satış noktası, bayi gezdim. Gittiğim her ülkede reklam ve medya ajansları, araştırma ve pazarlama hizmetleri şirketleriyle görüştüm. Bu ülkelerle ilgili kısa yorumlar yapıp sonra bir noktaya gelmeye çalışacağım. Libya’ya
Önce logo vardı. Markayı genelde logo temsil eder, güzel logolar yapanlar fark yaratırdı. Sonra yanına bazı semboller geliştirildi. Lastik adamlar, palyaçolar, ayıcık ve sincaplar da markaları anlatmaya başladılar. Aynı dönemde güzellik de bazı uzuvlar tarafından temsil ve tarif ediliyordu. İri menekşe gözler, kalın kiraz dudaklar, bazı iri organlar… Bunlardan biri
Sanatın Destekçileri Eskiden cepçilere GSM operatörü derdik. GSM teknolojisi eskiyip üstüne Türk Telekom da koroya katılınca kategori klasik tanımlara sığmaz oldu. Üstüne onca ürün, tarife, hizmet, mesaj… Ortalık iyice karıştı. Kolay değil. Rekabetin kirlettiği ortamda, kendi mesajlarını ayrıştırmak için haliyle en ünlülerle, en iyilerle çalışmaları lazım. O hafta en popüler
İyi pazarlamacı en “commodity” sayılan tuz, şeker, su, akaryakıt gibi ürünlerde bile farklılaşma fırsatları bulup markalar yaratır. Bu fırsatları da genelde pazar bölümleme, yani segmentasyon çalışmaları neticesinde yakalar. Her pazarı sonsuz sayıda kritere göre bölümleyebilirsiniz. Ne kadar özgün ve uygun bir bölümleme yaparsanız o kadar başarılı konumlandırma fikirleri bulursunuz. Yıllar
Şurası çok açık ki BİM geçmiş on yılın başarılarına bağlı bir özgüven patlaması yaşıyor. Ne yaparsak satarız havası içindeler. Ürünlerin kalitesi hakkında en ufak bir şüphem yok ama öz markalarının bir kısmı özensiz, hatta kötü. BIM Türkiye’nin en büyük iş başarılarından biridir. Yıllar boyunca zarar etmesine rağmen konseptten taviz
Son zamanlarda ekonomi elitinin dilinden düşmeyen bir laf “orta gelir tuzağı”. Anlamı şu; Evet ekonomide işler iyi gidiyor, global krizden az etkilendik filan ama kişi başı gelir de beş yıldır on bin dolara takıldı kaldı. Halbuki hayalimiz, hatta resmi hedefimiz Cumhuriyetin 100.yılında kişi başına 25 bin doları yakalayıp sınıf atlamaktı.
Birinci Kuşak Biliyorum atalarınızdan fazla bir miras kalmadı. Ne maddi sermaye, ne sanayicilik birikimi, ne de kurumsal iş kültürü. O zamanlar etrafta bir şeyler öğrenebileceğiniz, akıl soracağınız fazla kimse de yoktu. Memlekette Oxford olsa gidecektiniz ama maalesef… Neredeyse her şeyi sıfırdan kendiniz yaptınız. Yarışa herkesle beraber başlayıp ve bilgi, cesaret,
Ürüne dair özellikler, (USP)uzun vadede rakiplerden ayrışmada yetersiz kalır. O yüzden hepimiz markalarımızı kalıcı/evrensel değerler üzerine oturtmaya çalışır, onlara bir nevi ruh üfleriz. Kimliğini, kişiliğini, hayata kattıklarını, değerlerini tarif eder ve bunlar etrafında hikayeler kurgularız. Semboller, metaforlar geliştirir, marka işbirliklerini yönetiriz. Zaman zaman futbol takımlarına da bu çerçeveden bakmaya çalışırım.