Balon mu Baloncuk mu? Kriz tellallarının konut balonunun patlayacağı yönündeki söylemleri arttı son dönemde. Çok da haksız değiller. Global krizin bitmediği, yeni daralmalar yaşanabileceği yönünde ihmal edilemeyecek raporlar, yorumlar yayınlanıyor dünyada. Sonra, sıcak parayla ve konut sektörünün dinamizmiyle on yıllık güzel bir dönem yaşamış Türk ekonomisinin yeni bir açılımı olmadığı
1979 yılında 532 puanla ODTÜ Endüstri Mühendisliği bölümüne girdim. Ailem çok mutlu oldu ama bazı akrabalar “senin puanın tıbba da tutuyormuş?” diye yaptığım tercihin yanlış olabileceğini ima ettiler. Çünkü o dönemin en popüler işi doktorluk idi ve Hacettepe dışındaki tüm tıp fakültelerine girebiliyordum. Ama ben doktor olmak istemiyordum. Bir arkadaşım
Danışmanlıkta kuraldır; Müşteri daha çok para verdiği danışmanı daha iyi dinler, ciddiye alır. Ucuza aldığı fikirler duruma göre değerlendirilir veya değerlendirilmez ama bedavadan aldığı aklın hiç bir kıymeti yoktur. Bazı müşteri adayları danışmanı sınamak veya beleş fikir almak için ilk görüşmede çok detay sorular sorar. Bazen biz de kaptırıp gideriz
İletişim Sektöründe 15 Yıldır Artmayan “Fee”ler Üzerine bir Değerlendirme Doksanlar Bu işe başladığımda ajans komisyonları net medya bütçesi üzerinden %15 idi. Daha yüksek olduğu bir dönem de yaşanmış, ben şahit olmadım. Bu iyi bir paraydı ancak günümüzle doğrudan kıyaslamamak gerekir. Çünkü o zaman reklam yayın bütçeleri düşüktü. Örneğin doksanların başında
Eskişehir doğumlu, ODTÜ mezunu ve reklam-pazarlama sektöründe çalışan biri olarak arkadaş ve akrabalarımın profilini tahmin edebilirsiniz. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul belediye başkanı seçildiğinde hepimiz şok olmuştuk. Çevremdekiler ağırlıkla “yakında hepimizin başını örtecekler” espirileri yapmaya başladı. Ben düşünmeye… Yıllar geçti. 28 Şubatlar, ekonomik krizler yaşandı ve nihayetinde AK Parti iktidara geldi.
Geçen yıl MÜSİAD’ın gündeme getirdiği orta gelir tuzağı kavramı ekonomi elitinde iyi yankı buldu ancak tartışma fazla uzamadı. İhtimal ki ekonomiyi yönetenlerin verdiği mesajlara ve korunmak istenen psikolojik ortama çok uymadı. Tamam. Konunun kamuoyu önünde tartışılmamasını (politik nedenlerle) anlarım. Ancak birileri bir yerlerde hala bunun üzerine kafa yoruyor olmalı çünkü
Futbol-basket konusunda yazmamaya, konuşmamaya dikkat ediyorum çünkü en aklı başında insan bile fanatikleşip olur olmaz laflar ediyor. Özellikle sosyal medyada bu iş ciddi hakaretlere varıyor. Öte yandan spor bazı pazarlama ve marka kavramlarını anlatmak için o kadar güzel örnekler sunuyor ki insan dayanamayıp ortaya kafayı çakıyor. Açıkçası en az 45
Doğru. Hiç kimse Galatasaray’dan, Eskişehirspor’dan veya Adana Demirspor’dan da büyük değil. Bunlar ülkenin anlı şanlı kulüpleri, dev markaları. İyi de bu markaları bu kadar değerli ve büyük yapan ne? Hikayeler, anılar, başarılar, hüzünler değil mi. Metinler, Lefterler, Amigo Orhanlar, Aykutlar, Rıdvanlar, Alex’ler tarafından yazılan bir tarih değil mi? Ali Şenler,
Marketing Türkiye’deki son yazımda üç büyüklerin, özellikle de FB ve GS’nin soyut marka değerleri ve söylemler bazında çok farkı olmadığını söyleyip ezeli rekabetin altındaki dinamikleri ortaya sermeye çalıştım. Özetle, bu ikisinin tek başlarına söyleyecek fazla şeyleri olmadığı için birbirlerine muhtaç olduklarını, o yüzden itiştiklerini ifade ettim. Bunun temelindeki sebep de
Madonna konserinde bizim olduğumuz üst tribüne ses çıkmadı. Mesafe de çok uzaktı. O yüzden olaya giremedik. Sonra oğlanın başı ağrıdı ve uykusu geldi. Küçük çocuğu götürmek hataydı belki ama konserin çok geç başlamasının da payı oldu bunda. Neticesinde Madonna konserini yarıda bırakıp çıktım. Kızım ve eşim kaldılar ama onlar da