Dünya gazetesi okurundan, ekonomi gündemini takip eden herkesten özür dileyerek başlıyorum yazıma. Bu konu o kadar çok işlendi ki, çoğunuz için can sıkıcı bir tekrar olacak ama ne yapayım, ülkede bazı şeyler hiç değişmiyor. Ya da değişiyor gibi görünse de sonra bir bakıyoruz, başa dönmüşüz.
Tabii ki konumuz enflasyon ve ona karşı verilen mücadele. Hatırlar mısınız enflasyonun çıkışa geçtiği yetmişlerde mizah dergilerinde, Yeşilçam filmlerinde işlenen işadamı tiplerini? Göbekli, puro içen, paradan başka derdi olmayan, fırsatçı, milletle dalga geçen, işçi düşmanı bir profildi. Bu olumsuz tipleme, seksenlerdeki gelişmeler, TÜSİAD gibi kurumların girişimleri ve başta Sakıp Sabancı olmak üzere Koç, Eczacıbaşı, Boyner, Yaşar, Bodur gibi sadece parayı değil, ülkelerini de düşünen sorumlu ailelerin çabalarıyla düzeldi.
Peki neydi yetmişlerin ekonomik gerçekleri ve enflasyonla mücadele modelleri? Küçük bir ekonomi, kısıtlı üretim, yetersiz rekabet, sosyal karışıklıklar ve aşırı devlet müdahalesi. Temel sorun enflasyon olduğu için fiyatların artmaması, iş insanlarının fahiş paralar kazanmaması öncelikliydi. Devletin fiyatları baskıyla kontrol altında tutmaya çalıştığı sektörlerde karaborsa satışlar yapılır, malına daha fazla ödemeye hazır kitleye satış yapan tüccarlar da hainliğe varan suçlamalara maruz kalırlardı. Bundan dolayı kotalar, kuyruklar, yokluklar bitmezdi. Enflasyon da düşmezdi haliyle.
Seksenlerde bu tablo değişmeye başladı. Fiyatlar giderek serbestleşen piyasa şartlarında belirlenir oldu. Geçmişteki yüksek kazançları görüp motive olan yeni girişimciler yatırımlar yaptı. Her alanda oluşan yeni kapasiteler ve perakende alanındaki rekabetçi gelişmeler neticesinde doksanlarda dengeler oturdu, iki binlerin başından itibaren de enflasyon düştü. Yani ders-1; Enflasyon baskılar, kısıtlar, polisiye tedbirler neticesinde değil, sağlıklı ve rekabetçi bir üretim ve dağıtım sisteminin doğal sonucu olarak orta vadede düştü.
Bu geçiş döneminde spekülasyon ve manipülasyon arasındaki farkları anlatan onlarca yazı okuduk değerli ekonomist ağabeylerimizden. Ve anladık ki spekülasyon doğal bir iş refleksi ve yasal bir süreç. Manipülasyon ise ahlaksız ve yasa dışı bir durum. Ancak buna rağmen TDK sözlüğünde spekülasyon karşılığı hala VURGUNCU yazıyor. Evet, TDK da yetmişlerde kaldı belli ki. Marka ismi geliştirme işi de yapan bir yazar olarak faaliyetlerini olabildiğince yakından izlemeye çalışıyorum ve maalesef son dönemde Türk diline hiçbir olumlu katılarını göremiyorum.
Peki TDK yetmişlerde kaldı da özellikle enflasyonla mücadelede hükümet nerede? O da yetmişlere döndü. Polisiye tedbirler yine gündeme geldi. Herkesi şehirlerde toplayarak gayrimenkul zengini yaptık ama öbür tarafta tarımsal üretimi düşürdük. Sonra da piyasada talep görüp ürününü daha karlı bir fiyattan satmaya çalışanları cezalandırıyoruz. Çiftçi zaten normal koşullarda para kazanmıyor, bırakın arada gün yüzü görsün diyeceğim ama o da çözüm değil. Burada esas mesele tarımsal üretimin planlanması ve doğru yönlendirilerek herkes için kazançlı hale gelmesi ve fiyatların inip çıkmasının engellenmesidir. Yani çözüm uzun vadelidir.
Öte yandan, sanayide ve perakendede her yatırım yapmak isteyeni teşvik ederek kontrolsüz bir büyüme yarattık ve arz fazlası nedeniyle karsızlık bir kural oldu, vergi toplamayı filan çoktan unuttuk. Sonra bu üreticiler ve perakendeciler kur artışlarını fiyatlara yansıtmaya çalıştıklarında ya da belli ürünlerde karlılıklarını artırmaya niyetlendiklerinde hain ilan ediyoruz. Üretimde ve dağıtımda yapılması gereken, verimliliği düşüren aşırı kapasitenin önlenmesidir. Kabaca her isteyen yer yerde market açamayacak. Gelişmiş ülkelerde bu böyle. Makul bir rekabet ortamında sağlıklı ciro ve karlılık oranlarıyla çalışan işletmeler her fırsatta fiyatları artırma refleksinden kurtulacak, uzun vadeli, karlı ve sürdürülebilir bir iş ortamı tesis edilecektir. Enflasyonu da ancak öyle gündemden çıkarırız.
Son olarak, gücünüz ve niyetiniz varsa spekülatör ile değil, manipülatör ile uğraşın. Birisi “bu bölge gelişecek” diye öngörüde bulunarak bir yerden arsa alıyorsa ve öngörüsü tutuyorsa bırakın kazansın. Birisi akıl yürütüp bu sene şu ürün kazandırır diye ona yatırım yaparsa, o da kazansın. Sistemin doğası, motivasyonu o. Ama birileri “biz bu bölgeyi geliştirelim” diye bir karar alıp el altından arsaları toplarsa bu sefer spekülatörler “ulan burada işler böyle yürüyor” diyerek bilgiye, öngörüye değil ilişkiye yatırım yapmaya başlar ve sistem tökezler. Üzerine, o bölgeyi “kalkındırmayı” hedefleyen irade bunu bir fizibiliteye bağlı olmadan yürütür de o köprü, kanal, havalimanı iş yapamazsa, sürdürülemez noktaya gelinir. Ki şu an geldiğimiz yer de orasıdır.