(Tatil Notlarım)
Geçen ay Star Akademi’de bir “Serdar Ortaç söylemem” tartışması çıkmış. Ertesi gün de Ertuğrul Özkök köşesinde “Serdar Ortaç bu ülkenin gerçeği” gibi bir laf etti. İyi niyetli ama hala biraz “sevmesek de katlanmalıyız” tadında Beyaz Türk görüşü. Ben her yerde söylediğim ve bu tatil daha da pekişen görüşümü tekrarlayım; Serdar Ortaç bu ülkenin çağdaş halk ozanıdır. Yazdıkları da oynak ve güncel türkülerdir. Ülkenin an omurgası köyden kente kayınca ortaya bu çıkmıştır. Popüler türkülerde fazla edebi değeri olmayan sözler (mesela evlerinin önü) ve müzikal soslar tekrar tekrar kullanılır. Bunları ağır ortamlarda dinlemeyiz ama her türlü düğün, dernek ve yolculukta, coşkunun patladığı anlarda hep birlikte söyler eğleniriz. “Gaydırıguppak” benzeri bir lafı hiçbirimiz günlük dilde kullanmasa da bir coşku anında ağzımızdan dökülmüşlüğü vardır. Asrın hatası veya full ihtişam gibi.
Biz tatildeyken Formula-1 anlaşmasının yenilenmediği ve İstanbul’un 2012 programından çıkarıldığı haberi çıktı. Yanında da “Keşke Antalya’da yapılsaydı” başlıklı bir görüş. Aynı şeyi düşündüm. Ya Antalya’da olsaydı? Bu her şeyi İstanbul’a toplama arzusu ekonomik mi, duygusal mı yoksa başka bir şey düşünememekten mi bilemiyorum? İstanbul yeterince yoğun ve yorgun. Hiçbir şey yapmasanız da turist sayısı katlanarak artacak. Otel kurun, biraz görüntü kirliliğini azaltın yeter. Türkiye’nin imkanlarını İstanbul dışında bir kaç mega kente dağıtmayı düşündüğümüz an bu ülke atağa kalkacak emin olun.
Yine tatil günlerinde YAŞ öncesi komutanlarının istifası gündeme düştü. Sonrasında buruk bir kabullenme yaşandı. Arada “bu çözülme Hilmi Özkök ile başladı” yorumları duydum. Ben ise, zamanında Özkök Paşa gibi daha fazla komutan olsaydı, iş buralara gelmezdi diye düşünürüm. Maalesef geçmişte fazla bir iletişim aklı üretilemedi oralarda. Hep dan dun. Ancak hala geç değil. Bu dergi okurlarından etkili ve yetkili birileri “Yeniden Halkın Ordusu” başlığı altında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden konumlandırılması ve iletişiminin planlanması için bir girişimde bulunabilir. Silahlı Kuvvetlerin geçmiş hataları malum ama gelecekte güçlü bir orduya ihtiyacımız olduğu kesin. Ali Saydam ağabeyim (sadece PR’cılardan oluşmayan) bir ekip toplasa. Hep birlikte kafa yorup birkaç öneri götürsek Genelkurmaya; Nasıl olur?
Kürt meselesi de tekrar çıkmaz yola mı giriyor? Açıkçası orada da bir pazarlama ve iletişim aklına ihtiyaç var. Kimin ne dediği, ne teklif ettiği anlaşılmıyor. Bir özerklik talebi ortada duruyor ama bunun ekonomik boyutu/karşılığı konularında tek bir şey duymadım. (Mesela diyorum) Kürtler hem daha özerk olup hem de batıda üretilen hasılaya sırtını dayayıp büyük ölçüde beleş yaşamaya devam mı edecekler yoksa herkes kazandığı kadarını mı harcayacak? Birileri böyle bir karşı teklif düşündü mü yoksa yine “dan dun” mu? Tatilde okuduğum İknanın Psikolojisi kitabında James J. Davies’in araştırmaları var. Tarihteki büyük isyanlar uzun yıllar süren ezikliklerin birikimi neticesinde değil, bir dönem artan refah/özgürlüklerin kesilmesi neticesinde çıkıyor. Yani insanları biraz özgürlüğe veya refaha alıştırınca geri dönüş çok acı oluyor.
Tatili geçirdiğimiz Alaçatı mekanlarında yarı spontane oluşmuş bir görsel kimlik var. Acaba bu daha organize hale getirilerek Provence tarzı bir markaya dönüştürülebilir mi diye düşünürken baktım ki kasaba sakinlerinden Salim Kadıbeşegil ve saz arkadaşları kolları sıvamış. Gfk araştırmalar yapıyor, toplanıp tartışıyorlar. Bodrum’un hatalarına düşmeden yapılacak bir plan ve küresel devler uzak tutularak geliştirilecek özgün bir marka kimliğine ve de buna uygun ürünlere ülkenin de yerel halkın da çok ihtiyacı var.
Tatilde yeni dönem planları da yaptık haliyle. En önemli kararım yıllardır ekmek yediğim FMCG (Dayanıksız tüketim ürünleri) sektörünün dışına çıkmak oldu. Artık eski marjlar kalmadı, orta boy Anadolu firmalarının arada boşluklar bulup markalaşmaları çok zorlaştı. Reklamcı dostlarıma da tavsiyem odur; Büyük markalar ve zincir mağazalar dışında, FMCG sizlere ömür.
Yine tatil gazetelerinde THY sponsorluğundaki Manchester United – Barcelona maçı haberleri vardı. Helal olsun. Olsun da maçın devre arasında Kobe Bryant’a karşı penaltı atışlarını neden Ertuğrul Özkök yaptı, onu anlamadım. ABD’ye okyanus ötesinden mesaj mı gönderiyoruz, yoksa klasik hastalığımız olarak Türk’e Türk propagandası mı yapıyoruz ki bu durumda da yanlış seçim çünkü bir gazetenin yazarı diğer gazetelerin habere olan ilgisini azaltır. Gerçekten çözemedim. Bu arada Ertuğrul Özkök sevmezlerden değilim. Tam tersine, çok zor bir dönemde zor bir görevi “saklanmadan” başarıyla yürüttüğünü düşünürüm. Yani beğenirim Özkök paşaları.