Geçen sene kaleme aldığım “Spor Marka” dizisinde kulüp yöneticilerimizin hedef-strateji-uygulama bağlamında bir çeşitlemeye gidemediğini, oyun alanlarının transfer-hakem-basın üçgeni dışına çıkamadığını yazmış ve diziyi “bu sene de hakem tartışmaya devam” diye bitirmiştim.
Sezon geldi geçti, transferler, hakemler ve basındaki polemikler dışında fazla bir şey gündeme gelmedi ama son dakikada hayırlı bir şey oldu ve lig sürprizli bitti. Bursa’nın gerçekleştirdiği Anadolu devrimi taraflı tarafsız büyük çoğunluğun desteğini aldı. Fanatikleri boş verin, Türk futbolunun geleceği adına bir beklenti sahibi herkes “iyi oldu” dedi. Bu yazıda Bursa şampiyonluğunun ülkeye faydalarından bahsedecektim ama herkes o kadar çok şey yazdı ki tekrara girmek istemedim. Özetle; Bursa şampiyon olunca, bir çok Anadolu kulübü yöneticisi hedefleri arasında şampiyonluğu da ekledi. Anadolu’da yüzlerce patron, oda başkanı, spor adamı ve entelektüel kendisini takımla birlikte kupayı kaldırırken hayal etti. Binlerce genç futbolcu kapağı bir şekilde İstanbul’a atmaktansa kupayı memleketinde kaldırma hayali kurmaya başladı. Bunlar birikir ve illa ki ülke adına hayırlı bir şey olur.
Ben bu yazıda İstanbul kulüplerine yönelik önerilerimi sıralayacağım çünkü futbolda bu tür Napoli, Porto, Wolsburg mucizeleri olsa da büyük oyun esas itibariyle büyükler arasında geçer. Mucize yaratma peşindeki küçük takımların misyonu, ülkedeki çıtayı yükseltip büyükleri zinde tutmaktır. Ülkemize gelen her boydan İspanyol takımının tüm büyük takımlarımıza kök söktürmesidir Barcelona mucizesinin altında yatan. İspanya’da rekabet had safhadadır ve Barça yönetiminin hata yapma lüksü yoktur. Bizde ise yıllardır lig “sen, ben, bizim oğlan” olduğu için yöneticiler de “al birini vur öbürüne” dir.
O yüzden, bir vadede bu ülkeden bir takım Şampiyonlar Ligi’nin ilk sekizine abone olacaksa bu ya Fenerbahçe’dir ya da Galatasaray. Bu kulüplerin yöneticilerine önerilerim ise şöyledir:
- CHP’nin Baykal’dan kurtulma heyecanı yaşadığı şu günlerde Fenerbahçe de Aziz Yıldırım’dan kurtulmalıdır. Bu yazıyı Aziz Bey’in 19 Mayıs günlü tahrik edici basın toplantısı sonrasında yazmaya karar verdim çünkü Fenerbahçe’nin bu şekilde yukarıda bahsettiğim yola girmesi imkansız. Göreve geldikten sonra stadın yenilenmesinden lisanslı ürün satışına, altyapıdan iletişime çok geniş bir gündemi (oyun alanı) olan Aziz Yıldırım geçen sürede bu alanı genişleteceğine iyice daralttı. Bugünkü toplantı boyunca tek bir stratejik laf etmeden kısır tartışmalara girdi. Sonrasını bilmiyorum çünkü yazıyı 20 Mayıs’ta teslim ettim. Yüzlerce üst düzey yöneticiyle çalışmış biri olarak hissiyatıma güvenin ve kendisini emekli edin. Bu kadar kin biriktirmiş biri artık düzelmez. Önder Sav’ı kim oynar bilmiyorum ama “Kemal” hazır bekliyor kulüpte.
- Bizim üç büyüklerden hiçbiri, bir sene her şeyi sıfırlayıp yeni bir motto, genç bir kadro ve uzun vadeli planla ortaya çıkma cesareti gösteremiyor. Son on yılın transfer hovardası Galatasaray’dan her sene (saf bir şekilde) böyle bir özüne dönüş, küllerinden doğma hikayesi bekliyorum. Galatasaray bir sene frene basmalı, özüne dönmeli ve sağlam bir altyapı kurarak taraftardan üç sene istemeli. Beşinci senede de Şampiyonlar Ligi’nde yarı final sözü vermeli. Taraftar böyle bir hikayeyi destekler. Hatta bayılır. Bu senaryo çok sayıda kahramanlık hikayesinin, Hollywood filminin altyapısını oluşturan evrensel bir temadır. Dayak ye, gururun incinsin, sonra hırs yap, toparla, özüne dön, kısa vadeli hesapları unut, çok çalış ve adım adım hedefine ulaş. Yürü be Raki Balboğa! Dünya üçüncüsü milli takımın iskeletini de, ülkenin en çok umut veren gençlerini de bonkör transferler sayesinde harcayan Galatasaray en az iki sene pahalı transfer yapmamalı ve kariyerli hocasının tasarlayacağı genç iskelet ile uzun soluklu bir yola girmelidir. Ayrıca üzerindeki stres azalan takım muhtemelen ilk sene de yarıştan kopmaz.
- Beşiktaş’ın tek yolu Süleyman Seba modelidir. İlelebet bonkör başkan bulması zordur. Yerli hocalar, altyapı, disiplin ve tevazudur Beşiktaş’ı oyunun içinde tutacak şey.
Ligimizde üç büyük takımın da kaçırdığı şey şudur; Artık spor başta olmak üzere hayatın her alanında insanlar arasındaki yetenek farkları azalmaktadır. Yirmi sene önce yıldızlardan oluşan bir kadroyu devirmek çok zordu. Bugün, sporcular arasında bireysel yeteneklerin ve teknik kapasitenin yaklaştığı bir dönemde, yönetim becerisi, takım ruhu, süreklilik ve pazarlama desteğinin başarıdaki önemi artmıştır. O yüzden “en iyileri” toplamak değildir marifet, iyilerden oluşan bir takıma ruh katıp onu gerçek anlamda yönetebilmektir.
Ve son olarak bir komplo teorisi/önerisi. İstanbul’da üç iddialı takım olması bizi Avrupa liginde zayıflatıyor çünkü normalde her büyük şehrin bir takımı vardır ve kaynaklar tek takıma akar. Londra, Milano gibi istisnalarda da iki büyük takım var en fazla. O yüzden ligimizde uzun vadeli senaryo Real-Barça ve diğerleri şeklinde kurgulanabilir. Yani 3+1 büyük modelinden 2+5 modeline geçiş ülke yararınadır. İlk ikiye kimin kalacağı da malum (gibi).