Karl Marx sanayi toplumundaki temel çelişkinin patron ile işçi (burjuvazi-proleterya) arasında olduğunu söyledi ve yirminci yüzyıla damgasını vuran sağ-sol bölümlemesi bu temelde şekillendi. Ekonomik temelli bu segmentasyonun geçmiş dönem versiyonları; köle ile sahibi ve feodal ağa ile köylü arasındaki çelişkiler olarak tanımlanır. Marx’ın temel aldığı diyalektik bakış, bu çelişkileri tarihin belirleyicisi, itici gücü olarak görür.
Toplumun temel (başat) çelişkileri hayatın değişik alanlarında da kutuplaşmalar yaratır. Örneğin Avrupa’nın önemli futbol kulüpleri Milan, Roma, Barcelona, Liverpool genelde kırmızı formalarıyla işçilerin (solun) takımları olarak kurulmuş, rakipleri Inter, Lazio, Real Madrid, Everton mavi ağırlıklı forma renkleriyle patronların (sağın) takımları olmuştur. Türkiye’de yetmişlerde bir çok sanatçı sol veya sağa angeje olmuştu. Günümüzde ne Milan’ın işçiyle ilgisi kaldı, ne de sol o günlerdeki sol. Zaten bunun böyle sürekli değişeceğini de Marx söylemişti.
Tarihin değişik dönemlerinde din, mezhep, ırk, yaşam tarzı temelli kutuplaşmalar da yaşandı, yaşanıyor. Örneğin Osmanlı merkezi-feodal bir yapı olduğu için bu topraklarda feodal beylerle köylü arasında fazla bir maraza çıkmadı. Sanayileşmeye de geç başladığımızdan işçi ile işveren arasındaki sorunlar kabaca bir on yıl kadar sürdü ve 12 Eylül darbesi ile kapatıldı. Bu coğrafyanın son 150 yılına ağırlığını koyan hakim (belirleyici) çelişkisi memur ile köylü arasında yaşandı. Ya da bir başka değişle batıcı aydınlarla geniş muhafazakar kitle arasında. Haliyle bir çok kişi veya kurum da bu bölünmenin sembolleri oldu.
Tabii ki toplumun her türlü rengi var ama günümüz Türkiye’sinin belirleyici toplumsal bölümlemesi/kutuplaşması kabaca şöyledir:
Batıcı Aydınlar, Beyaz Türkler, Laikçiler
Ağırlıkla CHP seçmeni Modern yaşam tarzının savunucusu Laiklik kaygıları var, şeriat korkusu yaşar İyi eğitim görmüş, ağırlıkla memur Batıya hayran Halkını beğenmez, dalga geçer “Biz adam olmayız” der Cem Yılmaz sever |
Muhafazakarlar, dindarlar, göbeğini kaşıyanlar
Ağırlıkla AK Parti seçmeni Çoğu şeriat istemez ama geleneklerine bağlı, muhafazakar bir yaşam tarzı tercih eder Çocuğunun kötü yola düşmesinden korkar Kendi değerlerini, yerel kimliklerini öne çıkarır Halkını aşağılayan aydınlara tepkilidirler Kendisinin bu durumu hak etmediğini düşünür Recep İvedik sever |
Bir araştırma yapılsa muhtemelen Cem Yılmaz ile Recep İvedik’in çekirdek kitlesi yukarıdaki gibi ayrışır. Tabii ki her ikisinin de toplumun her kesiminden izleyicileri vardır çünkü komiktirler, işlerinde iyidirler. Ama neticede Cem Yılmaz çıkışını “Türkler Uzayda” parodisi ile yapmıştır. “Eller aya biz yaya” duygusu üzerinden yola çıkmış, Çekmece’ye uğrayıp bizim neden nükleer santral kuramayacağımızı anlatmış ve toplumun köylülükten kaynaklanan zaafları üzerinden devam etmiştir. Bugün geldiği noktada toplumun her kesiminin hoşuna gidecek çeşitlilikte işler yapmaktadır. Belli bir ideolojiyle kısıtlamak kendisine haksızlıktır ama kabul edelim ki Cem Yılmaz tarzı mizahın omurgası “biz adam olmayız” ezikliğidir.
Öte yandan Recep İvedik köyden kente göçen Kemal Sunal veya İlyas Salman’ların çocuğudur. Kemal Sunal filmlerinde, kentte tutunması zor “loser” göçmen, sıra dışı olaylar veya komik tesadüfler neticesinde bir şekilde yırtıyor ve bu durum milyonlarca göçmen için de umut oluyordu. Nihayetinde bu nesil, gerçek hayatta da boş arazilere kondurduğu gecekondu sayesinde köyde sağlayamayacağı bir hayat standardına kavuştu.
Ancak ikibinlerin İstanbul’unda durum değişik. Artık basit spakülatif hareketlerle yırtmak mümkün değil. Kaderine razı olmayanlar mafya bağlantılı “organize” işlere girecek, kalanlar da ya okuyacak, ya da asgari ücrete evlere pizza taşıyacak. Günümüzün karakterleri Şaban veya Bilo değil, Mükremin Çıtır veya Recep İvedik gibi hep kaybetmeye mahkum tipler.
Tabii ki bu yırtamama durumu insanda sinir yapıyor. Recepler babalarından farklı olarak asabi ve agresif yetişiyor. Tepkileri de çoğunlukla batıcı aydınlara. Recep İvedik fularlı, askılı ve uzun saçlı psikolog ile üniversite hocalarına, yoga/karate hocalarına, neredeyse tüm beyaz Türklere ayarı veriyor. Bunu yaparken de satır arasında “biz de biliyoruz bir şeyler” mesajlarını sıralıyor. Bir senaryosu dahi olmayan üçüncü filminde sinopsis, tretman, kadraj laflarını doğru anlamda kullanıyor. Tüm Sex and the City yıldızlarının adını sayıyor, İngilizce askeri motivasyon konuşması yapıyor. Home Office, Room Mate, Egosantrik lafları edip Turan taktiği anlatıyor, Tabu oynuyor…
Bu da Cem-Şahan tartışmasına pazarlamacı bakışı. Daha doğrusu, Marx okumuş pazarlamacı bakışı. İkisi bir araya geldiklerinde ortaya çağdaş bir Hacivat – Karagöz hikayesi çıkar mı yoksa günümüzde sınıflar arasında o kadar hoşgörü kalmadı mı? Bilemiyorum. O beni aşar.