Marketing Türkiye’nin Haziran sayısında benimle yapılan ropörtajda ülkemizdeki markalaşma çabaları hakkında karamsar bir tablo çizdim. Tesadüfen o günlerde TRT2’de yapılan bir mülakatta Bahar Korçan’ın da tespitimi desteklediğini gördüm. Bahar Hanım, hazır giyim sektöründe oldukça ciddi çaba sarfedip tam umduğunu bulamayan bir profesyonel olarak benden de karamsar bir tablo çiziyor ve markalaşma kültürünün yerleşmesi için daha 20-30 yıl geçmesi gerektiğini söylüyordu
Biraz sarsıldım haliyle. Yıllardır herkese danışmanlık işinde 45-55 yaşları arası para kazanılacağını söylüyorum. Benim için bu dönem 2007-2017 arasına tekabül ettiği için bir süredir “ha gayret” deyip kendimi gaza getiriyorum ama bir yirmi yıl daha beklemek hiç hesapta yoktuJ.
Öte yandan son iki ay içinde çeşitli organizasyonlarla alti ilde yedi konuşma yaparak ülke sanayicisinin nabzını tutma şansı yakaladım. Kitabımın yeni baskısında bunlara değindim. Beklediğim tepkileri alamadım ve hepsini alt alta koyup tekrar düşününce başlıktaki sonuca ulaştım.
Bu kuşakta olmayacak çünkü:
- Birinci kuşak sanayici vizyon olarak Kapıkule’nin, etki alanı olarak Ankara’nın, söylem olarak kur-faiz tartışmasının ötesine gidemiyor. Her şeyi bilirim havaları da cabası. Özellikle Marmara bölgesi dışında marka/iletişim konularına olan sanayici ilgisi bıçak gibi kesiliyor. Siz bakmayın marka şehir hikayelerine. Daha yeni gittim gördüm.
- Bu kuşak siyasilerle olmayacak. Hükümet tamamen konuya uzak. Tek bir ışıltı, tek bir iletişim/pazarlama başarısı yok. Hükümete hiç bir alternatif yok. Halk iyice sağa kaydı, Türk milliyetçiliğinin tek bir ekonomik programı, önerisi yok. Sol zaten yok. AKP’nin yaptığı segmentasyonu kabul edip türban tartışıyoruz. Demirel’den medet umuyoruz.
- Bu kuşak STK ve bürokratlarla olmayacak. Turquality projesi şekilden şekile girip nihayetinde bir eğitim programına döndü. Sonuçta bu ülkede global oynama şansına sahip 10-20 marka var. Şunun adını koyup adam gibi destek vermeye başlasalar diye bekliyoruz ama verilecek desteğin hedefi vuracağına yönelik derin kuşkularımız da yok değil.
- Bu kuşak generallerle olmayacak. Hayatlarını lojman, kışla, orduevi ve askeri kamp dörtgeninde geçirdikleri için topluma dair gerçekçi bir değerlendirmeleri olamıyor maalesef. Türkiye’nin öncelikleri ve tehditler konusunda doğru tespitleri yapamıyor, önümüze yanlış gündemler koyuyorlar.
- Bu kuşak hukukçularla olmayacak. Yılda bir kaç kez siyasilere fırça atıp üstüne yatıyorlar. Feodal yapının değişmesi, çağdaş toplumsal değerlerin şekillenmesi yönünde ciddi bir organize çabaları, tavırları yok.
- Bu kuşak reklamcılarla olmayacak. Reklam sektöründe umut veren gençler olsa da ikinci kuşak hala duruma hakim. Kristal Elma sonuçlarını merak etmediğim ilk yıl 2006 idi. Muhteşem üçlü katılmadan bu yarışmanın anlamı olmadığını sanırım ilk ben yazmıştım ama şimdi düşünüyorum da katılsalar kaç işleri ödül alırdı acaba? Yani muhtemelen üçüncü kuşağın kendini gösterme yolunu akıllı bir şekilde kapamış ve statükoyu korumuş oluyorlar.
- Reklam ajansları markaya ait her çözümü kendi bünyesinde çözmeye (çözdüğünü zannetmeye) devam ediyor. Ya da hiç bir “brand management” deneyimi olmayan ekiplerle marka maceralarına giriyorlar. Reklam ajansı inisiyatifiyle global arenada başarı kazanmaya başlamış tek bir marka adayımız yok.
- Mevcut insan kaynağıyla olmayacak. Bizim iş bir sektör olma yolunda bir milim dahi ilerlemedi. Son beş yılda Unilever, P&G veya benzer bir marka şirketten ayrılıp da yerel kaplanları markalaştırma yolunda girişimde bulunan birilerine pek rastlamadım.
- Şimdiki kuşak gazetecilerle de bizim konular hak ettiği gibi gündeme gelemeyecek çünkü medyada ya kur-faiz konuşuluyor ya laiklik. Bir de değerlerimizi allak bullak eden magazin. İş stratejisi ve mikro ekonomik konular ekonomi sayfalarında hala bir yer alamıyor.
- Bu kuşak üniversitelerle olmayacak. YÖK iyice etkisizleştirilmeden bu okullar üniversiteye benzeyemeyecek. İş dünyasına katma değer üretmek yerine onlar da “laiklik bekçiliğine” devam edecek.
- Bu kuşak kulüp başkanlarıyla olmayacak. Ne alaka mı? Onlara giydirmeden memleket eleştirisi tamamlanmış olur mu?
Tabii ki iyi işler de oluyor memlekette ve bir kısmında bizim de imzamız var ama şöyle bir düşünür müsünüz yapılanların hangisi ülkede yaratılan katma değeri anlamlı olarak yükseltecek, geleceğimizi sağlama alacak? (Efes Pilsen, Vitra gibi bir kaç istisna dışında) Hangi markalarımız umut veriyor dünya piyasalarında?
Yurdum insanını “konuşturan” işler yapıp maddi-manevi tatmin oluyoruz. Ve bunlar beni hiç mi hiç kesmiyor.