On yıldır yoğun şekilde üniversitelerde konuşmalar yapıyor, Anadolu Üniversitesi’nde Marka İletişimi Yönetimi dersi veriyorum. Son dönemde üniversitelerde bir isteksizlik, cansızlık hali seziyorum. Bunu ölçemem ama kendi sınıfımdaki derse katılım ve sınav performanslarıyla şirketime olan staj başvurularını ölçebiliyorum. Benim performansım da düşüyor olabilir haliyle ama bunu öğrenciler söylesin. Ben, dersimin her sene daha çok vaka ile zenginleştiğini, rafine hale geldiğini düşünüyorum. Üniversitelerdeki bu motivasyon kaybını ise arz fazlası ile açıklamayı tercih ediyorum.
Tarihsel perspektifte yorumum şöyle; Cumhuriyetin ilk yıllarında memlekette okumuş insan çok kısıtlıydı. Ancak sonrasında da uzun yıllar kısıtlı kalmış. Bunun arka planında ne vardı bilmiyorum ama İstanbul ve Ankara dışındaki ilk üniversitenin 1955 yılında açılması ilginç. Haliyle az sayıdaki üniversite mezunu el üstünde tutulmuş, rahat bir hayatları olmuş. Üniversite mezunu işsiz kavramıyla toplum anca iki binlerde tanıştı herhalde.
Ayrıca Cumhuriyetin ilk yetmiş yılında ülkedeki her türlü musibeti eğitimsizliğe bağladık. Yanlış da değildi. Öte yandan, aynı yetmiş yıl boyunca tüm vatandaşların kafasında bir düşünce net bir şekilde yerleşti; Okursan yırtarsın. Bu zihinsel altyapı neticesinde, son otuz yılda devlet üniversitelerin kapasitelerini patlattı, özel sektör, özel kişiler üniversitelere deli gibi yatırım yaptı, veliler yemedi içmedi çocuklarını okutmaya çalıştı, tüm hayırseverler okul yaptı, çocuk okuttu.
Milletçe seferber olduk ve üniversitelerin teorik kapasitesi yıllık bir milyonu geçti. Yani doğan her Türk vatandaşı üniversite okuma imkanına kavuştu. Bu da güzel, herkes okusun tabii ki ama artık mezun olan herkes nitelikli iş bulamıyor artık. Çünkü birilerinin otellerde odaları temizlemesi, mağazalarda tezgahta durması ve evlere pizza götürmesi gerekiyor. O kadar müdürlük pozisyonu yok. Tabii ki eski “mindset” ile yetişen gençlik bu işleri şimdilik kabul etmiyor. Anneler babalar “boşuna mı bu kadar yatırım yaptık?” diye soruyor.
2010 sonrası üniversite mezunu işsiz sayısı çok arttı. Sanırım bu da ilkokuldan beri deli gibi çalışıp test stresiyle yetişen, gençliğinin keyfini çıkaramadan kendini üniversiteden mezun olacağı güzel günlere hazırlayan bir neslin canını çok sıkıyor. Muhtemelen bu sıkıntı silsile şeklinde sınıflara yayılıyor. Tabii ki üniversite okuyan herkesin derdi bir iş bulmak değil. Önceliği bir etiket olanlar da çok. O yüzden, bir çok üniversite mezunu hayat boyu çalışmama fikrine çoktan hazır. Bu da derse olan ilgiyi azaltan bir başka faktör olabilir. Ayrıca mevcut öğretim elemanları da memleketin her tarafından pırtlayan üniversitelere dağılınca akademik kalitede de bir düşüş oldu kuşkusuz. Ağzı açık dinlediğimiz kaç profesör düşüyor sınıf başına?
Velhasıl üniversiteler eskisi gibi değil. Sanırım bu durum önümüzdeki yıllarda “üniversite okuyan yırtar” algısını zorlayacak ve bazı temel dinamikler değişecek. Sınav sistemi ona bağlı ekosistem zorlanacak. Üniversiteler arası rekabet artıp çevre ülkelerden öğrenci bulma arayışları artacak. Muhtemelen işsiz üniversite mezunlarımız çevre ülkelerde kariyer yapmaya daha sıcak bakacak.
Eskişehir’e tren seferleri kalktığı için ben önümüzdeki iki sene ders vermeyeceğim. Sonrasına bakarız.